29 Aralık 2008

ARSIZLIK

Arsızlık günlük yaşamımızda çok karşılaştığımız bir durumdur. Ama çoğu sınırlarını bilir bunun. Bazı şeylerde özellikle yapılmaz. Çocuklarımız konusu mesela. Hem de biri kaybedilmiş olan çocuğun da bulunduğu bir platformda arsızlık yapılmaz.
Son günlerde bloguma arsızlık boyutunda mesajlar geliyor. Sanal ortamı kullanan insanların her görüntüye kolayca ulaştığı düşünülürse kabanlı-pantalonlu fotolara bakıp da arsızlık yapması abes oluyor. İstediği her görüntüye internette ulaşabilecekken bunun yapılmasına tahammül edemedim.
Bu blogu yaparken düşüncem hastanede ölüm-kalım savaşı veren yavrularımı göremeyenlere göstermek, kendime biraz moral depolamaktı. Sonradan Candaş'a bırakabileceğim güzel bir hediye olarak da beni mutlu eden birşey oldu.
Burada Candaş'ın herşeyini yazıyorum: Gelişimini, yazamazlıklarını, hastalıklarını vs vs. Premature bebekler için gelişim takibinin ne kadar önemli olduğunu arsızların bilmesini beklemiyorum tabii. Blog sayesinde birçok premature bebek ailesiyle de tanıştım. Çoğu zaman tecrübelerimizden faydalandılar, biz de tecrübelilerden faydalandık.
Son günlerde mesaj yazan kişiler blogun ana sayfasındaki chat-boxu kapatmama sebep oldu.
Bu mesajları yazan kişiler blogdaki yazılardan tek kelime dahi okumuyor eminim ki. Gerçi okusa da kapasiteleri arsızlıklarını önleyecek boyutta mıdır o da ayrı bir konu.
Ben burada yazılarımı yazmaya devam edeceğim. Arsızlar da umarım kendilerine uygun yerlerde yaparlar arsızlıklarını.

HASTA MASUMİYETİ


Ateş, kusma, ishal, iştahsızlık, halsizlik...
Asıl önemlisi kaka kokusu...
Popodan çıktığı anda evi kaplaan, gaz maskesi takmayı gerektiren kaka kokusu...
2 gün hastanede kaldı küçük adam. İnatçı ateş ilk gün zorladı bizi. Sonrası daha iyiydi.
İshal devam.
Evdeyiz bugün.
Çok şükür.

25 Aralık 2008

KÜÇÜK ADAM ARKADAŞLARIYLA

Gün geçtikçe büyüyen küçük adam artık arkadaşlarıyla da oynamaya başladı. Oynamak dediğim aslında şu:
Kısa süre öncesine kadar Candaş'ın yanındaki tüm çocuklar Candaş'ın elinde ne varsa direk alırlar, tokat atarlar, ezerler, döverler vs idi.
Son 1 haftada farkettim ki artık küçük adamım büyüyor.
Geçen hafta Azra ve annesi bizdeydi. Candaş Azra'ya elleriyle balık yedirdi, birlikte oynadılar, kavga ettiler, CAndaş Azra'nın elinden birşeyler aldı çekerek, Azra'yı itti vs. Güzel birgündü yani.
Şimdi derseniz çocuğunun itip kakmasına seviniyormusun? Cevabım evet seviniyorum.
Çünkü Candaş akranlarının yaklaşık 2/3'ü cüssesinde. Dolayısıyla herkes O'nu rahatlıkla dövüp hırpalayabiliyor. Bu durumda kısa süre sonra kreşe de başlayacak olan küçük adam sürekli dayak yiyeceği için psikolojisinde sıkıntılar yaşayabiliriz. Bu bakımdan kendini savunmayı öğrenmesi gerek. Yukarıda Candaş'ın Azraya yaptıklarını yazdım ama Azra'nın yaptıklarından hiç bahsetmedim :)) Sonuç olarak Candaş'ta ilerleme olması hoşuma gidiyor

Azra ve Candaş'ı evde yaptığım top havuzuna attık, delirdiler. Çok eğlendler. Sonra Ömer Akın ve annesi de katıldı bize. 3 atom bombasıyla çok eğlendik :))



O gün Ömerler de bize katıldıktan sonra kargaşadan olsa gerek hiç foto çekmemişiz ne yazık ki :((
Ama zihnimizde bir sahne kaldı :
Birgül Ömer'in altını değiştiriyor. Candaş da başında seyrediyor. Ömer kalkar kalkmaz yerden Candaş yatıyor yere. Bacaklarını kaldırıyor, Birgül'e altımı değiştir diyor. Küçük adamın altını yeni değiştirmiş olmama rağmen kıskandı herhalde diye açıyor Birgül altını.
Ama benim oğlumun vardır bir bildiği tabii....Sürprizi Birgül Teyzesineymiş...Oğlum b...unu da gösterdi yani herkese.
Aklıma geldikçe gülüyorum.
Eline sağlık Birgülcüm..



Bu da KFC'de edindiğimiz yan masa arkadaşımız Billur...

18 Aralık 2008

PAYLAŞMADAN GEÇEMEDİM

Son dönemlerde en hoşuma giden tablolardan biri.
Oğluşum büyümüş, artık elimden tutmak istemiyor yürürken ve Caddede geziyoruz.
Minik sevgilim, küçük adamım...
Facebooka koymuştum bu resmi. Güzel yorumlar alınca burada da paylaşmak istedim.

16 Aralık 2008

HAYALİMİZDİ...

Geçen sene hayalimizdi.
Yılbaşı gelirken ağaç süsleme telaşımız vardı. 3 kişilik ilk yeni yılımızdı bu. Biz süslemeyle uğraşırken Candaş'ın dağıtacağı günleri hayal ettik. Belki diyorduk, seneye olur hayalimiz.
Şimdi o sene geldi. Hayalimiz gerçek oldu galiba, ama biraz farkla...
Bu akşam Candaş'ın biraz ateşi vardı, uyumak istemedi, huzursuzdu.
Kaldırdım, oyun oynayalım bari dedim. Saat gece yarısı 1 ...Yılbaşı ağacımızı süsleyelim dedik. Küçük adam bir heyecanlı ki sormayın. Koşturuyor, süsleri alıyor, ağaca takıyor, çığlıklar atıyor. Hayalimizin bir bölümü buydu işte. Hayaldekiyle gerçek farkı ise, Candaş etrafa saldırmadan, pek fazla dağıtmadan ciddiyetle süsleri taktı, inceledi...Anneye yardım etti gerçekten. Sonra da yere dökülen ağaç yapraklarını gırgırla temizledi :)) Gece yarısı makine çalıştıramadık tabii.
Bu işler sırasında bir ara benim O'na sırtım dönük olarak ağaçla ilgileniyordum ki, küçük adamı ihmal etmiş olmalıyım. Arkamdan minicik bir çift el sarıldı bana, kolları yetişmedi. Kafasını da sırtıma dayadı. Yüreğime dokundu O'nun minicik elleri. Sarıldım, duygulandım, coştum vs vs. Öyle çok sarılmışım ki küçük adama canı candı, kızdı bana. Kendimden geçmişim O'nu severken...

Bu gece saat 01-03 arası manzaraları


Paladium Alışveriş Merkezinde Yeni Yıl Coşkusu


Yazın takılmayan güneş gözlükleri kışın takılır :)
Candaş 5.ayından beri kendi odasında uyuyor. Yatağı dışında uyumaz bizimki, bir de pusetinde. Bizim hayallerimizden biri de Candaş'a sarılarak yanımızda uyumasıydı. Ama sadece hayal olarak kalacak diye düşünüyorduk.
Cumartesi günü kahvaltı sonrası mutfakta uğraşırken küçük adamla babasının sesini duyamayınca bakmaya gittim. Bizim yatağımızda sarılmışlar birbirlerine uyuyorlar...
Şaştım kaldım...Kıskandım aslında. Candaş ilk kez birisiyle uyudu, babasıyla.
Candaş'ın uyuma hikayesi ise çok ilginç. Yatakta babayla oynarlarken babasının sırtından geçmeye çalışmış, kafası yatakta, ayakları babasının sırtındayken kalmış orada. Sadece bacakları hareket ediyormuş, babamız bakmış ki, adam uyuyor :))) O da almış koynuna küçük adamı sarmaş dolaş 3 saat uyumuşlar....

Bu arada biz üzgünüz bu aralar.
Geçen cumartesi Melek Buse hastalandı. Pazar günü pnomoni başlangıcı teşhisiyle hastaneye yatırıldı. Bugün daha iyi olduğu için tedavisine evde devam edilmek üzere taburcu edildi.
Melekciğim, çabucak iyileş de Candaş'la yaramazlıklara devam edin olur mu?
Dualarımız seninle minik şekerim.

13 Aralık 2008

AÇIK BÜFE

Küçük adam yeme konusunda sürekli değişiklik istiyor. Bugünlerdeki tercihimiz salon sehpasının üstünde, açık büfe şeklinde duran yemek tabakları...
Önce bir tabak koyuyorum sehpaya, olmadı ikinci, olmadı 3, 4,5....şeklinde gidiyor. Öğleye kadar sehpa tam bir açık büfeye dönüşüyor.
Acik Bufe Yemek
Soldan sağa:
Nesquik corn flakes, dilinlenmiş sert pekmez(ananne yapıyor-Candaş'ca çiko), parçalanmış pirzola, beyaz peynirli-kaşarlı-tereyağlı makarna, haşlanmış mısır, pilav. Arkada sıkma meyve suyu ve su).
Reklamlarda gördüğüm süt dilimi de çok ilgimi çekmişti. "Süperrr" dedim görünce. Hemen aldım. İlk günler küçük adam pek bir iştahla yedi. Hem ambalajlı olması, hem de çikolata kaplı olması tam O'na göre. Şimdilerde pek ilgisini çekmiyor. Araba koltuğunda, pusetinde ve dışarıda gezerken yemeyi daha çok seviyor.


Acik Bufe Yemek (2)
Süt dilmi işte böyle yenir. Hem süt oranı çok yüksek, hem de kalorisi (1 paket 400 kalori). İnşallah yemeye devam eder. Şu aralar günde yarım paket yiyip, geri kalanıyla koltuğa aydede çiziyor(muş).
Candaş'ın ambalajlı ve eliyle yiyebileceği şeyleri sevdiği için kahvaltı yapmayan oğluşa sabahları 1 tane kiri peynir veriyoruz eline. Ambalajı yanında açılacak ve kağıdı tamamen çıkarılmayacak ama. O kağıdından tutarak yiyecek.
Tek sorun ambalajı sıyırdığımız yere kadar yemesi, ambalajı tekrar aşağı sıyırmamızdan sonra geri kalanı yememesi.
Yarım paket yiyor şuan. Buna da şükür diyoruz.
Bugünlerde az çok kilo da alır oldu (gram demek daha doğru olur). Geçen ay 250 gram almış diye evde çifte bayram yaşadık. 250 gram çokkkk gram bizim için. Benim hayalim vardı son 1 yıldır. Candaş 2 yaşında 8 kg olur mu diye. Aslında 9 ayda 8 kg olması hayali bu. Çünkü bugüne kadar doktorlar tarafından düzeltilmiş yaşı kullanılan prematurelerde 2 yaşından sonra kronolojik yaş kullanılmaya başlanıyor. Yani bebeğin doğum yaşını yakalaması gerekiyormuş. Candaş boy-kilo olarak hala 6-9 ay kıvamında. Ama mental ve motor gelişimde daha iyi. Asıl olan da bu zaten. Yürümede geciken küçük adam motorda da geri çıakacak muhtemelen ama kimin umurunda....Yürüyor ya kuzucuğum, varsın geç gitsin. Gerçi yerden desteksin olarak ayağa kalkmaya başladı. Birkaç gündür de geri geri yürüyor. Ben çok mutluyum oluşumun halinden. Bir de kilo değil de boyda bari biraz ilerleseydi diyecem ama....
Napalım O da minyon bir adam olur ilerde. Kafası çalışsın da....


Diş Fırçalama (5)
Son durum:
Kilo : 7.850 gram
Boy : 75 cm
baş : 45 cm
Verileri yazınca aklıma birşey geldi.


10 aralik fzt g
Geçen sene Aralık ayında Candaş oturamıyordu bile, emekleme de yoktu tabii. Düzeltilmiş 8 aylıktı. Sürünüyordu, herşeyi ağzına götürüyordu.
Dişi bile çıkmamıştı.
Kilosu 5.700 gram, boyu da 65 cm imiş.
2 kg artmış 1 yılda, 10 cm de uzamış. Baş çevresi 42 cm den 45 cm olmuş. Ooo, baş çevresi ne kadar az büyümüş. Sanırım erken kapanan bıngıldaktan dolayı.


12 Aralik-kedi Durusu (1)
Son hız fizik tedavi yapıyorduk. Otursun, emeklesin diye. Kiloyu boyu boşvereyim de çok şükür bu halimize, bugünlere geldik. Sağlıklı ya...
Bir de geçen seneki kayıtlara bakarken Candaş'ın ilk kez "baba nerde" sorumuza gözleriyle göstererek cevap verdiği zamanki yazımı buldum. 16 Aralık 2007 imiş. O günü öyle net hatırlıyorum ki, sevinçten deliye dönmüştük. Oğlumuz söylenenleri anlıyor ve bize cevap veriyordu. Yani kafası çalışıyordu. Bu öyle bir duygu ki, ancak bizim gibi zor yollardan geçenler anlayabilir. Çocuğu normal doğanlar bunun öneminin farkında bile olmaz çoğu zaman.
Hüzünlendim şimdi.
Umarım geleceğimiz bugünümüzden de güzel olur.

11 Aralık 2008

EN VEFALI DOSTA VEDA

Benim minik kuşlarımın sabırsızca doğmasıyla tanıştım O'nunla.
Aslında daha önceden görmüşlüğüm vardı, O'nun yaşam felsefesini de biliyordum ama o zamanlar bana uymuyordu amacı.
Ablam doğum yaptığında ablamın en yakın dostu olmuştu. Özellikle erken doğum yapanları severdi çünkü O. Ne kadar faydalı bir dost diye düşünmüştüm. Bana yakın olmasını ise hiç temenni etmemiştim. Nereden bilirdim ki benim de günün birinde erkenden doğuracağımı.
21 Ocak 2007'de ilk kez ihtiyacım oldu O'na. Kimse bana hatırlatmasa da ben hatırladım O'nun bana gelmesi gerektiğini.
Haber saldım hemşirelere, gönderin bana diye.
Kimse oralı olmadı. Israrla çağırıyordum yine de, ama nafile, haber vermemişler bile O'na.
Öyle ya, kim ister ki bebekleri ölecek bir anneye yarenlik etmeyi. Sanırım bundan dolayı tanıştırmadılar beni O'nunla.
22 Ocak 2007'de, doğum sonrası yavrucuklarımı hastanede bırakıp taburcu olmadan biraz önce ısrarla istedim tanışmayı, geçiştirecek cevap bulamadılar artık ve odama gönderdiler O'nu. Bana tanıştıracak kimse gelmedi yanında. Öylece O gelmişti sadece. Birbirimize bakıp durduk kısa süre. Sonra ben attım ilk adımı. Faydası olur mu bilmiyordum ama denemeliydim. Buna ihtiyacım vardı çünkü, çocuklarımın sağlığı için tanışmalıydım O'nunla.
..........
İlk tanışma iyi geçti. Başta soğuk nevale kıvamındaki O, şaşırdı bendeki azme. O da emek verdi sonra.
İşte o gün başladı 23 aylık dostluk. Hem de ne dostluk...
Önceleri günde 8 kez görüşüyorduk, iyi geliyordu bana. Her görüşme yaklaşık yarım saat sürüyordu. Aslında çok da sancılı oldu önceleri, canımı çok yaktı. Ama biliyordum ki geçecekti bu, şimdi o acıya dayanırsam çocuklarım için çok faydalı olacaktı. Yılmadım, devam ettim görüşmeye.
İlk günler emaneten geliyordu sadece yanıma. Sonra evime de gelmesini istedim, kırmadı beni. Ben pes diyene kadar kalacaktı benimle. Çocuklarımı yaşama bağlayacaktık birlikte.
************************
Biraz masraflıydı aslında, aksesuarı da hiç bitmezdi. Masraflarını karşılamak da bana düşüyordu tabii. Seve seve kabullenmiştim ben de.
"En büyük yardımcım derin dondurucu" diyordu. "İlle de eve alacaksın bir dondurucu".
Kırmadım O'nu, aldım bir derin dondurucu.
Sürekli dolu tutmak isterdi içini. Minik minik poşetler içinde isterdi herşeyi. İstediği gibi de yaptım.
Mutluydum bu durumdan, çocuklarıma da çok faydalı olduğunu söylüyordu doktorlar.
Öyleyse her kaprisini çekecektim. Tam 50 gün boyunca hem Candaş'a, hem Beken'e çok faydalı oldu. O olmazsa çocukların durumu bu kadar iyi olmazmış. Öyle diyordu doktorlarımız, hemşirelerimiz.
50 gün sonra kızımı cennete yollarken O'nun da artık benimle kalmayacağını sanmıştım. Bu acıya dayanamaz diyordum.
Yanlttı beni. Dedim ya en vefalı dost diye, vefalının da alasıymış. Daha çok zaman geçirir oldu benimle.
"İyi de" dedim, "artık tek çocuğum var, bana bu kadar zaman ayırmana gerek var mı?"
"Var" dedi.
"Bak" dedi, yğun bakımda yatan diğer bebekleri göstererek. "Faydam sana çok geliyorsa diğer bebeklere faydalı olabilirsin."
"Nasıl olur" dedim. "Kızıma ihanet etmiş olmam mı?".
"Artık kızın yok" dedi. "Acı da olsa gerçek bu. Ama diğer bebeklere faydalı olursan Onlar da senin bebeğin gibi olabilir".
Doğru söylüyordu. Yoğun bakımdaki herkes benim aczimi yaşıyordu. Öyleyse birbirimize destek olmamız gerekirdi.
*************************
Başka hastaneden bizim olduğumuz hastaneye yeni gelmişti Melek Buse. Ali Candaş'ı odasından dışarı alıp Melek'i almışlardı o odaya. 1-2 kez görüştüğümüz bu aileyle yakın hissetmiştik kendimizi. Doğumundan sonra Melek'in annesi de tanışmış benim vefalı dostumla. Ama ısınamamışlar birbirlerine. Öyleyse ben dostumdan aldıklarımı payaşabilirdim Melek'le.
************************
Melek'in annesine bunu ilk söyediğimde çok sevinmişti. Kısa süreliğine de olsa aracı olmuştum dostumdan aldığım faydayı Melek'e aktarmada.
****************************
Hayatımın ayrılmaz parçası olmuştu artık. Ben nereye O oraya konumundaydık. Hani çantamda taşır gibi.
Candaş'ın yeme sorunu başladıktan ve Melek Buse'ye de faydam kalmadıktan sonra azaltık dostumla görüşmelerimizi. Azalttık ama hala çok yararlıydı bizim için.
1 seneden önce ayrılmayız inşallah diyordum.
Ayrılmadık da....
18 ay dedim sonra. 18'i de gördük beraber. Günde iki kez görüşüyorduk ve epey azalmıştı paylaşımlarımız. Erken doğum yapan bir annnin 18 ay O'nunla görüşmeye devam ettiği pek görüldük birşey değilmiş. Zoru başarıyormuşum.
Pek mutluluk verici birşeydi benim için. Küçük adamımın sağlıklı geleceğine yatırım yapıyordum bir nevi.
18 derken 21 oldu, sonra 23...
Artık ayrılmam gerektiğini biliyordum, ama ayrılamıyordum.
Korkaklık mı yoksa alışkanlık mıydı?
Alışmaktı sanırım. Bir şeyin vesile olması gerekiyordu ayrılığımıza.
İşte bu şey benim geçen hafta başlayan baş dönmelerim oldu. Öyle ki yataktan çıkamaz olmuştum. Asansörle sürekli gezermiş gibiydi başım; boşlukta ve çok ağırdı.
Taşıyamaz oldum kafamı. Doktora gitme vakti gelmişti.
Gittim ve daha önce de yaşadığım "vertigo" olduğunu öğrendim sorunun.
İaç kullanmam gerekiyordu. Ama ilaç kullanırsam vefalı dostum benimle kalmazdı ki. O ilacı hiç sevmezdi. 1 gün daha o ağır kafayla gezdikten sonra pes ederek ilaca başladım. veee...ayrılık zamanı gelmişti.
Veda sözüne dilim gitmiyordu bir türlü. Candaş da artık 23 aylık olmuştu, ve ikimizin de O'na ihtiyacı yoktu artık. Ama kalbim ayrılığı pek istemiyordu. 1 ay sonra da işe başlayacağım için bu ayrılık kaçınılmazdı aslında.
6 Aralık 2008 cumartesi sabahı son kez görüştüm O'nunla. İkimiz de son olduğunu bilmiyorduk.
Öğleye doğru baş dönmem ilaç içmemi gerektirince sabahki görüşmenin son görüşme olduğunu anladım.
Buraya kadardı.
******************
Bağımı kesmedim O'nunla, kimbilir belki de ihtiyacım olacaktı yine.
1 gün, 2 gün derken 5 gün geçti üstünden. Bundan sonra da görüşmemiz pek olası değil. Aslında çok arıyorum O'nu.
Hani dolup taşar içimiz, rahatlamak isteriz ya, onu yaşıyorum ben de bugünlerde.
Geçecek ama biliyorum. Candaş'ın gerçekten ihtiyacı olduğunu bilsem vedalaşmazdım ama artık Candaş'a da faydası olmadığını iyi biliyorum.
En vefalı dostum;
Teşekkürler sana.
Bıkmadan, usanmadan yanımda olduğun için.
Sıkılmadan her kaprisimi çektiğin için.
Çocuklarıma sağlık verdiğin için.
Güzel dostluklar kurmama vesile olduğun için.
Beni bugüne kadar hiç yalnız bırakmadığın için teşekkürler.
Ama artık gitmelisin.
Başka yerlerde başka annelere-bebeklere dost olmalısın. Nankörüm belki ama senin dostluğunun artık bize faydası yok.
Seni hiç unutmayacağım.


Sayesinde Beken'ime 50 gün, Candaş'ıma da 23 ay süt verebildiğim en vefalı dostum bu süt pompası.
Böyle bir cihazı icad eden teknolojiye ve Medela firmasına da sonsuz teşekkürler.

04 Aralık 2008

FOTOĞRAFLARLA KÜÇÜK ADAM


Küçük adamla vapura binip benim işyerime gittik

Cellocandaş :))

Evde küçük adamdan bilgisayar kaçırır olmuştuk ki
Gökhan Amca yetişti imdada, bu ilk laptopla

Candaş tam bir alışveriş arabası hastası. Babamız da meraını alsın küçük adam diye bunu amış. Evde sürekli bir nakliye eylemi var. Oyuncaklar taşınıyor, yiyecekler taşınıyor...Yorulunca da böyle içine giriliyor, anne küçük adamı taşıyor.

Bu da araba üstünde TV keyfi...Elinde de çok sevdiği mısırı var.


03 Aralık 2008

KÜÇÜK ADAM UYURKEN

Dün sabah mama sandalyesinde oturuyor...Yememek için bin takla atıyor...Minik poposunu sandalyesin bir kenarına sıfırlamış, diğer kenarını ise eliyle bana gösteriyor:
"Anne, buğya otuuu..."
"Oğlum ben oraya nasıl otururum?"
"Anne, otuuu"
Bittiğim anlardan biridir.
......................................
Yemek yiyor...Her lokmadan sonra baş ve işaret parmağını birleştirip,
"Ih ıh ıhhh" diyor.
Eline sağlık anneciğim daha güzel nasıl anlatılır ki...
......................................
Baba: "Bugün naptın oğlum?"
Candaş:" Paaaakkk"
B. "Naptın parkta?"
C: (Popo sallanarak)" Biğğ, ıkiii, uccc,döğğt"
Salıncağa bindim demek böyle anlatılır işte.
......................................
Mağazaya girdiğimizde hemen yere atlıyor. Reyonlar arasında koşturmacaya başlıyor. Askılar indiriliyor. hele bir görüntü var ki, iç çamaşır reyonunda, kafayı sokmuş sütyenlerin arasına, araştırma yapıyor :)) Foto Filiz'in makinede. En kısa zamanda burada olacak.

HARİKA BİRŞEY BULDUM

Facebook sayesinde doğduğum günle ilgili hoş, komik ve gerçek bilgiler buldum. Kopyaladım ama burada yayınlamakta sorunlar yaşadım. Uykum var, uğraşamam diye blogcuda yayınladım.
www.candasimsin.blogcu.com

01 Aralık 2008

ANNE, BUĞYA OTUR

Küçük adam hergün değişik şeyler söyleme derdinde. 3 kelimeli cümleleri epey arttı.
Şimdi moda şu:
Bulduğu herhangi bir yere oturuyor. Sonra eliyle yer gösteriyor ve, "anne, buğya otur".
"Nereye oturim oğlum"
"buğya otur".
Gösterdiği yer her neresi olursa oturmak zorundasin, fayans, parke, yer farketmez. Uzağa oturamazsin, sadece gösterdiği yere.
Karanıkta odaya gireriz, "anne, bamba aç"...
"Emret komutanım, ne demek...
"Yemek yemek istemiyorsa,
"anne, önnüğ çıkaaa".Önlük çıktı.
Mama sandalyesinden inmek istiyor:
"Anne, kalk, anne kalk"
.................
Zamanının çoğunda odasında oynamak istiyor. Elimizden tutuyor, sürükleye sürükleye odasına götürüyor. Son zamanlarda ise arkamda durup odasına ulaşana kadar itiyor bacaklarımdan. "Tamam, gidiyorum işte neden itiyorsun?".
Anlam veremiyordum ... ki, sebebini anladım.
Baba belli yere kadar gidip, Candaş bakmazken küçük adamı kandırıp salona geri dönüyormuş.
Eeee şimdi yer mi benim oğlum bu numaraları, garantiye alıyor kendini :))

Yer: Annesinin bacakları
Elindeki: Elma
Ne yapıyor: TV seyrediyor
............................
Çok keyifliyiz çokkk.

ANNELİK DIŞI YAŞAM



Son iki yıldır tüm rolüm annelik olmuştu. Hastane koşturmacaları, evde karantinalı yaşamlar, bırakacak kimse olmamalar, küçük adamı bakıcıya vermeye kıyamayıp işe ara vermeler... derken kendimin de bir hayatı olduğunu unutmuştum.
Dün satarım anasını diyerek Melek'in annesi Filiz'le attık kendimizi sinemaya. Neye gidelim diye çok düşünmedik, unuttuğumuz değerlerle ilgili birşey seçtik ve Issız Adam'a gittik. Meğer aşk denen şeyi unutalı çok olmuş. Film bize hatırlattı.
Filmi film olarak çok da beğenmedim, ama içim kıpır kıpır çıktım sinemadan. Son zamanlarda kalbimi oğlumun aşkı sarmış sadece. Aşkın başka boyutunu arka plana atmışım.
Bu arada filmde müzikler bir harikaydı. Plaklardan duyulan gerçek sesi dinlerken mest olduk..............
Karar verdik Filiz'le, her pazar bizim günümüz olacak. Cumartesi de babaların günü.
Sinemadan çıktık, vurduk kendimizi mağazalara. Söz verdik kendimize, bebek mağazası gezmek yok diye...Elimizde bebek mağazaları çantalarıyla koştuk çok özlediğimiz çocuklarımıza.
Yine biraraya geldik. Bizim ufaklıklar birbirlerine çok alıştılar. Kıskançlık en belirgin duygu. Davranışsal olarak da etkiliyorlar birbirlerini. Birbirlerini sevmeler, cici yapmalar, öpmeler, sarılmalar...
Candaş'ın elimden yemek yediği ender anlardan biri...Kıskançlık sağolsun
..................
Candaş her kelimeyi söylemeye çalışıyor, bir çoğunu da söylüyor. Ama Filiz veya Teyze yok dağarcığında. Eeee ne olacak o zaman? "Gengeeee".
Candaş Filiz'in peşinde "yenge, yenge" diye geziyor. Filiz bana diş bileyerek bakıyor :)))
..............................
Sizi çokkkk seviyoruz.



22 Eylül 2008

ÖYLE BİR GEÇER ZAMAN Kİ...

Zaman öyle geçiyor ki, bir de bakmışım blogum ağlıyor yalnızlıktan. Gaddar bir sahibe düşmüş zavallı. Kendi haline bırakılmış öylece...Telafi edelim dedim, oturdum bakalım neler çıkacak.
Aklımda hiçbirşey yok. parmaklarımın sürüklediği gibi gidiyoruz.
En son 1 ay önce Candaş'ın yürüdüğünü yazmıştım, sonra hiç yürümez olmuştu. Şimdi son 1 haftadır küçük adamda yine hareket başladı. Yürüyor sayılır, sadece salonda yürüyor, dışarıda hemen hiç yürümüyor. Ama evde getir-götür bahanesiyle birşeyle istediğimizde yürüyüş tamamdır.
Çene de epey açıldı, artık kaç kelime söylüyor yada ne söylüyor pek dikkat etmiyorum,çünkü herşeyi söylüyor. En önemlisi de anlamlı ve doğru yerinde kullanması kelimeleri. İsteklerini sözel olarak dile getiriyor genellikle.
Aydede hastalığı devam ederken araba hastalığı eklendi. Gördüğü her tekerlek ağaba yada abiga. Oyuncaklar içinde arabalar tercih edilmeye başlandı.
Oyun alanlarındaki taşıtları tercih ediyor. Istinye Park'taki helikoptere binmek için ağladı, ne yazık ki helikopter bozuktu, bindiremedim. Tren kesmedi O'nu.
Uykuları epey düzgün. Sabah 8'de uyanıyor, 12 'de uyuyor, 15'de uyanıyor, akşam 9.30-10.00 arası tekrar uyuyor, ama hala geceleri çok uyanıyor, çığlık çığlığa ağlıyor. 12-2 arası 1 saat kadar uyanık olabiliyor.
Azra ve Ömer Akın'la görüşüyoruz sıkça. En iyi öğretmen çocuktur sözünün doğruluğunu canlı canlı görüyoruz. Azra'nın hayali telefon konuşması Candaş'ı da etkiledi, bugünlerde herşey telefon olabiliyor, genellikle elini tutuyor kulağına. "Alooo (tam alo değil aslında ama ben çözemedim daha :)) anannee, möööö" şeklinde konuşmalarının çoğu.
Elini açarak yokkk demek favori hareketi oldu. Ama gerçekten yok olana yok yapıyor.
Kaka yaptığında banyo oyuncağı tavşancığın poposunu koklayıp "hadi banyoya, tavşancığı yıkamaya" sözü en sevdiği sözlerden. "Üffff" yapıyor tavşancığa, sonra havlusuna koşuyor, sonra koşar adımla banyoya. Benim burnuma tutuyor bir de tavşancığın poposunu, "üff" yapmam için.
Yeme konusunda daha iyi sayılır, kendince birşeyler yiyor.
Adda delisi oldu. Gözü kapıda sürekli, dışarı çıkmak istiyor. Adda dediğimde hemen ayakkabılıktan ayakkabılarını alıyor, sözde giymeye çalışıyor. Eve gelmek ise işkence, çığlıklar arasında giriyoruz eve. Havalar da soğudu, bakalım ne olacak.Bayram tatilinde İzmir'e halaya gitmeye karar verdik, aslında benim Bey karar vermiş, gidelim mi dedi. Ehh ben de mecburen??? tamam dedim. Ataerkil aile olmak zor iş, ne yapalım.
Cevahir AVM; Atlantis Eğlence Merkezi'ne gittik. Prematurelerle birlikte, Ömer Abi ve Can Abi vardı.
Ömer Abimden direksiyon dersi alırken
Babam beni Beşiktaş'lı yapmak için gırtlağıma yapışmışkenBu işlerin zorla olmayacağının henüz farkında değil tabii. Ben yumruk havada bomm bommm diye bağırıyorum. Cevahir AVM; Atlantis Eğlence Merkezi'ndeyiz, Ömer ve Can Abilerim de var
Tüm oburluğumla yumurta yeme havasındayken
Kanyon AVM; GAP Müzik Gününde kendimden geçmişken:))
Not: Bloggera foto yüklemeyi hala öğrenemedim, fotoların orjinal sıralaması bu değildi aslında, ama yükleme sırasına göre yerleştirdi sanırım, düzeltemiyorum ;((
Cuma günü İzmir yolundayız, görüşemezsek herkese iyi bayramlar...Bu arada babamız Candaş'ı bayrama hazırladı, el öpmeyi öğrendi küçük adam. İlk defa el öpecek bu bayram, halamızın vay haline....
Hoscakalın

12 Eylül 2008

ÖYLESİNE

Saat gecenin ikisi olmuş. Ben ekran başındayım. Hergün "bugün erken yatacam" diyerek başlıyorum güne ve saat hep 2'yi buluyor.
Sabah geç kalktı küçük adam, 09.40. Gece 12'de uyanıp 1 saat kadar "aydedeee" seyretmiştik, ondan galiba zor uyandı sabah. Keyfi yerindeydi, gülüştük, oynaştık. Kahvaltıya oturduk, pekmez tabağındaki pekmezleri kaşık kaşık aldı, peynir kutusunun içine boşalttı. Seyretttim, belki kaşıklardan birini olsun ağzına götürür diye umut ettim, nafile...Hiçbirşey yemedi sabah, ama uyandığında pediasure'lu süt içmişti, o epey tok tutar zaten.
Markete gittik sonra. Huggies bezlerin 3 adet ıslak mendil hediyelisini pek bulamıyordum son zamanlarda. Geçen marketin birinde buldum. Hem de 80'li paket ve 3 tane ıslak mendil hediyeli 13,50 YTL idi. hediyesizi bile 20 YTL normalinde. Islak mndilin tanesi ise 5 YTL. Varın siz hesaplayın gerisini. Pek ekonomik birimiyim ne? Stok yapayım dedim, ama sadece 1 tane vardı. Sipariş verdim sonra, bugun de son günüydü indirimin. 4 tane kalmış, hepsini aldım. "Depoda 4 tane daha var, getirelim mi" dediler dalga geçerek, "getirin dedim ben de. Onlari da aldim. Eve dönüşte marketin servisini kullandık, 300 metre yol aslında ama 8 paket bez ve küçük adamla ??? Servis şoförü espri yapıyor kendince "satacak mısın ablaaa?" heee, satacam.
Neyse sonra İstinye'ye gittik. Bankada işlerim vardı, hastaneye uğradım, Candaş'ı yedi arkadaşlarım. Dönüşte arabaya giderken Candaş pusetinde uyudu, uyanmasın diye Carrefour'a gittim, dolaştım biraz. Alacağım hiçbirşey yokken yine birşeyler aldım. İnsan ihtiyaçları sonsuzdur sözünün doğruluğunu teyit ettim yine (bilmiyordum ya dopruluğunu, öğrenmek için alışveriş yaptım :)))
Candaş' süt içirmeye çalıştım, sütü bittiğinde uyandı. Neyse ki bitmişti. Eve geldik, biraz oynadık, yıkandı küçük adam. yemek yedi biraz, tırnağım kadar köfte, serçe parmak tırnağım kadar da sigara böreği yedi. Şişkinlik yapmış, soda içirdim üstüne bir de.
Yatırdım küçük adamı. Park yatağını bizim yatak odamıza koydum, huzursuz olduğu gecelerde ve gündüzleri orada yatırıyorum artık. Adamın odasıyla mutfak duvar komşusu olduğundan O uyurken mutfakta çok dikkatli olmam gerekiyordu. Dünya varmış, O bizim odada uyuyor, ben de işime bakıyorum.
Park yatağın kenarında küçük bir yırtık vardı. Bugün o büyük bir yırtık olmuş. Oynaması için legolarını koyuyorum yatağına, oynarken uyuyor. Herbirini o delikten aşağı atmış, suluğunu sanırım üstten atmış, emzik de yerdeydi. Yastığını eliyle tutmuş ve tam dik konuma getirmiş, eli boşlukta yastığı tutarken uyuyakalmış. Ne tatlısın oğlum diyip üstünü örttüm.
Mutfakta yemek yaptım sonra.
Niye yazdım bunları acaba? 2 yıldır ev hanımı olmak zor geliyor artık iyice. İşe dönmek, iki dedikodu yapmak istiyorum bugünlerde. Kim ne giymiş, kim kiminle çıkıyormuş vs vs. Sanırım burayı dedikodu için kullanıyorum şuan. İçimde sıkıntı vardı biraz önce, yazdıkça açıldım. Oturup konuşacak yakınımda biri olmayınca böyle oluyor biraz.
Küçük adamın çenesi de epeyce açıldı.
Hangi takımı tutuyorsun Candaş?
Boommm bommm. Ağzını da öyle tatlı yapıyor ki...
Akşam baklonda babası aydedeyi gösteriyor. En parlak yıldızı da "bak bu da Beken" diye göstermiş. "Begeee, Begeee" diyor O da.
******
temizlik yaptım saat 21'den sonra, evi süpür sil, çamaşır yıka, as, daha önce yıkanan 3 makine çamaşırı da ütüledim. Ama yerlerine yerleştirmedim, sabaha bıraktım. Ütü yapmak bişey değil de, çamaşırları yerine yerleştirme derdi olmasa ne olurdu sanki? Ya da ben ütülerken birisi onlari yerlerine assa? Yıkanan her makine çamaşırı hemen ütülerdim o zaman.
Yorgunluk vurdu galiba başıma.
Bu defa da Candaş Anası olsun yazı konusu madem.
ben uyumaya gidiyorum.
Hoçcakalın

11 Eylül 2008

FAST FOOD NASIL TÜKETİLİR?

Candaş yemek yemez diye yazıp duruyorum ama videolarını görenler yalancı diyor bana. Aslında bazen ben de kendimi yalancı hissediyorum.Mesela patates kızartmasını Candaş'a hiç yediremedim şu ana kadar.Bugun eğitim sonrası Profilo AVM'ye gittik, babamızı bekleyelim hem de gezelim dedim. Bir masaya oturduk, Candaş'ın eline bisküvi verdim. Yan masada anne-kız (2,5 yaş) oturuyor ve patates kızartması yiyorlar. Candaş "abbaaa, abbaaa " diye oraya gitmek istedi, gittik. Direk masaya uzandı, "veee,veeee" diye patates kızartması istedi. Yemez ya, bir tane istedik. Bir yiyişi vardı, şaştım kaldım. Sonra gittim küçük adama da aldım, gördüğüm görüntü zihnimden kolay kolay silinmeyecektir.

Patatesler yendi, sıra oyuna geldi.

Ezgi Abla önde, bizimki arkada (ben de yanda :))) profilo koridorlarında dört döndük. Pek de iyi ettik açıkcası. İnsan anne olunca aslında çocuk oluyormuş önce. Sosyal yargılardan uzak, "oğlumu eğlendiriyorum " görüntüsüyle sorsalar keşke bana "en çok hanginiz eğleniyor?" diye. Hepimize keyifli günler

05 Eylül 2008

AYDEDE

Yazın gelmesiyle beraber Candaş'a yemek yedirme çabalarımızı artırmak için masamızı balkona attık. Bak kuşlar, bak aydede diyerek yemek yedirmeye çalıştık. Sonuç olarak Candaş yine yemek yemedi ama ilk kelimelerinden biri "Aydede" oldu. Önceleri sadece dede, sonra a-dede idi, şimdi ise dümdüz aydedeeeee. Öyle ki gece uykudan uyanıyor, gözler kapalı, el kapıda "aydede" diyor. Aydedeyi görecekmiş küçük adam.

Sinop'ta dedesine de aydede diyordu bazen.

Aydedeyi nerede görse tanıyor, biz göremediğimiz anlarda bile o "aydede" diye bize gösteriyor. Kitabının 2. sayfasında da aydede var, uyurken yatağına koyuyorum, O aydedeyle konuşarak uyuyor. Sabah kalkıyor yine kitap elinde onunla konuşuyor. Ben ise telekulak modunda O'nun konuşmalarını telsizden dinleyerek uynaıyorum. İnanılmaz keyifli birşey.Biberonlarımızdan birinin üstünde de aydede-yıldızlar var. Gerçi ben bu aralar mümkünse eğer o biberonu kullanmıyorum pek. Zira "aydedeeeee veya aydedoooo" çığlıkları arasında süt içirmek pek mümkün olmuyor.

Nasıl bu çğlıklar derseniz eğer şu videoyu izleyin derim:

Keyifli seyirler

2. SİNOP ÇIKARMASI

Sinop'a gittiğimizde küçük adam öyle güzel gelişimler gösterdi ki, tekrar gittik biz de.Bu defa babasız ve uçakla gittik. Bu küçük adamın ilk uçak yolculuğu idi.
Sinop'un 4. gününde 39,5 derece ateşle beraber hastalandı bizimki. Tonsilit olmuştu, antibiyotik başlandı. 16 aylık oğluşun ilk antibiyotiği idi bu (yoğun bakımı saymazsak tabii. Orada antibiyotik deposu olmuştu). Üzüldüm biraz, en azından 2 yaşına kadar ilaç kullanmadan gelebilseydik diye. Ama en büyük derdimiz bu olsun, Allah çaresiz dert vermesin. İlaça başladık ama 4. güne kadar ateşi düşmedi küçük adamımın, sürekli yarı baygın halde uyudu. Yemek yok, sütü de günde 100 cc içti sadece. Tek istediği su ve meyve suyuydu. 4. gün akşama doğru açtı gözünü, evde herkesin yüzü gülmeye başladı. Neşemiz geri gelmişti. 1 haftalık antibiyotik sonrası tam iyileşmeyince 10 güne tamamladık ilacı, sonra ben nezle oldum,O'na da bulaştı, O da nezle oldu vs vs.
21 Agustos 2008 (6).JPG
Çorap nereye giyilir oyunumuz
Hastalıklara rağmen çok güzeldi tatilimiz. İstanbul sıcağından uzak kaldık en azından. Ananne, dede, dayı ve akrabalar derken Candaş sürekli eğlendiriliyordu, dışarıdan içeri gelmek istemedi. O'nu eve sokmaya çalıştığımda "ananneeee, aydedeeee, ananneeee, aydedeeee" şeklinde imdat çağrısıyla ağlıyordu. Eee ananne, dede sürekli dışarıda tabii, yardım istiyor Onlar'dan. Aynı çığlıklar uyku saatinde de yaşanıyordu. Ananne, aydede ağlamasıyla yardım istiyordu, bizimkiler de hemen " al kızım, uyumasın boşver, bizim yüreğimiz dayanmıyor O'nun ağlamasına" diyorlardı.
16 Agustos 2008-Fasulye Ayiklama (5).JPG
Ananneye fasulye ayıklamada??? yardımEvdeyken dış kapının açılma sesiyle hemen dönüp, daha kimin geldiğine bakmadan "ananneeee" diyordu, ananne evdeyse "dedeeee", dede de evdeyse "dayyyy" diye sesleniyordu. Bizimkilerin sevincini düşünün, bahçeden ahırdan geliyorlar yorgun argın, biri Onlar'ı neşeyle karşılıyor. "Sen gidince bu eve giremeyiz biz" düşünceleri daha biz oradayken sarmıştı annemleri.
Candaş Sinop'ta çok dillendi, kalabalık arasında.Anne, baba, ananne, dede, aydede, dayy, su, bamba (lamba), abba, abi (bi çok kısa söyleniyor), çeçe (çekirdek), dayy (çay * biz çay içerken öğrendi çay demeyi, O'na çay diye verilen taze meyve suyudur), çaaakkk (uçak), mama, del (gel), veee (ver), saa (saat).Fiilleri kendi başına söylemiyor, birşey istediğinde ver demesi için epeyce uğraştıktan sonra veee diyor mesela.
Candaş suyu gördüğünde suuu diyerek istiyordu son 2 aydır. Ama 15 Ağustosta ilk kez suyu görmeden su istedi.İstanbul'a döndüğümüzde ise ben birkaç kez "Ersinnn" desin diye uğraşmıştım, şimdi babasına "Ersiiii" diye sesleniyor, ama baba hiç hoşnut değil bu durumdan.
30 Agus 2008-Mantici (2).JPG
Mantı açmayı öğrendi, anneye de öğretecek
Hamilelik ve doğumumdan sonra evimizde Kur'an okutmayı çok istemiş ama yalnız oldugum için yapamamıştım. Annemin evinde bu niyetimi de gerçekleştirdik.
28 Agustos 2008-Kuran- Ilk Yuruyus (1).JPG
Kur'an okunduğu geceden sahne
Kur'an okundu, çaylar içilirken küçük adama birşey oldu ve yürümeye başladı. Son zamanlarda gel diyince güven de verirsek eğer 2-3 adım atıyordu. Ama o günkü bambaşkaydı. Kendi kendine odanın bir ucundan diğer ucuna gidiyor, dönüyor, nasıl da şımarıyordu. Kur'an okutmadık diye yürümemiş sanki. O gece 1 saat boyunca sürekli yürüdü. Yatma saati bile geçmişti, saat 23 de yatırdım. Ama korku sardı içimi, anneme diyorum ki "anne, ya sabah kalkınca yürümezse?" Annem diyor ki, niye yürümesin kızım, başladı şte".Yine de içim rahat etmiyor, yatağından kaldırıyorum Candaş'ı. Yürütüyorum yine sürekli.Eeee, yaşadıklarımızdan sonra felaket senaryoları arasındaydı, göremeyebilir, konuşamayabiir, yürüyemeyebilir, kendi hayatını kendi idame ettiremeyebilir vs vs.Bu bizim aşamalarımzdan biri, onun için dört gözle bekledik yürümesini. Adam da düzeltilmiş 16 aylık olunca ve herkes "aaaa, yürümüyor mu hala?" diye sorunca bekler olduk.Neyse, o gece sürekli yürüyüp ihya etti bizi, bilgisayarın kamerasıyla babasına gösterip O'na da sürpriz yaptık. Ertesi gün oldu, adam uyandı. Ben sandım ki yatağından alacam, O da tıpış tıpış yürüyecek... Nerde.....Adamda tık yok, tam 8 gün geçti üstünden ama bizimki halinden pek memnun. Ama evin içinde bizi hiç oturtmuyor, geliyor, sağ el işaret parmağımızdan tutuyor ve çekiyor. Kalk ve beni yürüt diyor. Evde sürekli bir yürüyüş halindeyiz yani.Bu Sinop tatilimizde dikkatimi çeken başka şey de Candaş'ın baba dendiğindeki tepkisi oldu.Geçen ay Sinop'a gittiğimizde ilk gün baba nerde dendiğinde "babaaa, baaa" diyip aramıştı babasını. Sonraki günlerde ise hiç tepki vermemişti.
28 Agustos 2008-Kuran- Ilk Yuruyus.JPG
Hammmmm
Bu defa ise dilinde sürekli "babaa, baba" diye dolaştı. Odaları girip "babaa" diyordu. Bilgisayaradan gösterdiğimde babasını günlerce baba nerde dendiğinde bilgisayara gitti, bilgisayar kaalıyken de yanına gidip "babaa" diye sesleniyordu. Son çözümü ise babasının resmiyle konuşmak oldu. Babaa diyerek babasının resmini aldı eline ve O'nun la konuştu. Resmi ters çevirip arkasına bakması ise cabası...16 aylık çocuk 20 gün boyunca baba sayıkladı kısacası, bu beni epey şaşırttı aslında. Nasıl oldu da unutmadı, inanamadım. Hafıza yerleşiyor sanırım artık.

1 Eyl 2008-Sinoptan Donus (3).JPG
Ananneyle vedalaşma
Yeni macerlarda görüşmek üzere
Hoşcakalın

29 Ağustos 2008

CANDAŞ'IN EVRİMİ

Duzeltilmiş 16, kronolojik 19 aylık olan oğluş nihayet evrimini tamamlayarak 2 ayak üstünde durmaya başladı.
Biz Sinop'ta, anannedeyiz hala. Bloga yazı yazamıyorum şu aralar ama bunu erteleyemedim.
Yazısı sonradan gelecek, iyi seyirler

04 Ağustos 2008

BEBEKLERİN TERCİHLERİNİ BİZ Mİ OLUŞTURUYORUZ?

Bebek gelişimi ile okuduğum, duyduğum herşey kız-erkek ayrımının bebeklerin doğasında olmadığı, çevrenin Onlar'i buna yönelttiği yönündedir hep.Kızları bebekler, ev eşyaları gibi oyuncaklarla oynatır, erkekleri ise araba, tabanca (bu hiçbir zaman bizim oyuncaklarımız içine girmeyecektir) ile oynatarak Onlar'i yönendirirmişiz. Ben de hak verirdim bu sözlere.
Ama artık hak vermiyorum.Candaş'a aldığımız oyuncakların içinde bebek de var, araba da. İki çeşidin de sayısı aynı. En ço bebekle oynatıyorum aslında. bebeğin gözü, kulağı, eli vs ğretebilmek için.Geçenlerde mutfaktayız, sarı kedi ayaklarımın altında hınnnn, hınnnnn diye ses çıkarıyor, bir de baktım eline bir bisküvi paketini almış, araba yapmış onu sürüyor yerde. Ağzım açık kaldı. Kimse O'na bunu göstermedi, hatta yakın zamanda arabasıyla da oynamadı pek fazla. Bunu görünce çocuklarımızı cinsiyetlerine göre ayırmasak ta Onlar'ın doğasında bazı şeylerin olduğuna karar verdim.
Şimdilerde evde herşey potansiyel araba.
Hınnnn, hınnnnn, hınnnnn
*************************
Başka bir konu ise yastık kullanımı.Bebeklere 1 yaşına kadar yastık önerilmiyor diye hiç kullanmadım. 1 yaşına gelince fizyoterapistimize sordum, O da "hiçbir insanın yastığa ihtiyacı yoktur, bizler alıştığımız için yastık kullanırız sadece. Eğer Candaş rahatsa kullanma" dedi. Ben de yine yastıksız yolculuğa devam ettim.
Ancak geçenlerde Candaş'ı yatırdığımda, kafasını vurmasın diye yatağın öşesine koyduğum yastığı kucaklamış çekmeye çalışırken yakaladım. O yastık da Candaş'tan büyük birşey. Ne işe yaradığını bilmeden oyun oynuyordu diye düşündüm. Ertesi gün sarı kediyi yatırdım, sonra uyumuş mu diye bakmaya gittim ki, gözlerime inanamadım. Yine aynı yastığı kucaklamış, yatağın ortasına çekmiş, kafasını üstüne koymuş, bir de sarılmış yastığa öylece uyumuş. Kim öğretti sana bunu, nerden biliyorsun ona yatacağını sorularıyla şaşkına döndüm.

Oğluşla ilgili bu anekdotları da paylaşmak istedim.
Hoşcakalın

29 Temmuz 2008

TARABYA SAHİLİNDE BİR HAYDUT

İstanbul bizi beklemiş, attık kendimizi sahile...
Her akşam 19.30-20.30 arası Tarabya- Yeniköy arası sahildeyiz.
Bu da oradaki bir haydut videosu :))

24 Temmuz 2008

EVDEN PARA KAZANMA

Geçici ev hanımı olarak evden para kazanma yöntemleri var mı diye araştırırken birşey buldum.Erol Çorap firmasına ait ürünlerin satışını yaparak para kazanabiliniyor diyor site. Kafam biraz karıştı, üyelik sistemi ile çalışan ve zincir şeklinde büyüyen birşeymiş.Çorap, iç çamaşır, ince çorap gibi giyecekleri katalog üzerinden satma ve üye kazandırma yöntemine dayanıyor.Güvenilirliği konusunda tereddüte düştüm.
http://www.erolcorap.net/ref.aspx?rcn=O055894528
Bilgisi olan varsa bana yazabilir mi?

SİNOP'UN SESİ-İSTANBUL BASKISI

Sinop gezimiz 3 hafta sürdü. Dolu dolu geçen 3 hafta...Bizim sarı kedinin keyfine diyecek yoktu. Adama bir ilgi, bir alaka sormayın. Kucaktan kucağa gezdi, sürekli elinde yiyecek birşeyler vardı, hayvanların peşinde koşturdu durdu.

Bu 3 hafta sarı kediye neler kazandırdı?

*Bütün organlarını biliyor ve gösteriyor, bunları başkalarının üstünde de gösteriyor.Ancak hepsi parmakla gösterilmesine rağmen gözü sorulduğunda kirkiplerini kırparak gösteriyor :))
*Müzik çalınca oynuyor ve O da şarkı söylüyor.

*Ananne, anne, baba, dede, mama, cici söyleyebildiği kelimeler.

*Kedi diyince "miiiii", inek diyince "moo", tavuk diyince " gog gog goooo" diyor.

*Eşyalar sorulduğunda parmakla işaret ederek gösteriyor.

*Biz O'ndan bağımsız olarak birşeye güldüğümüzde O da işini bırakıp yanımıza gelerek bizimle kahkaha atıyor (bunu seyretmek çok zevkli oluyor. Ne anlayıp da gülüyorsa?)

*Üstüste kendi başına üç küp diziyor, küpleri tek tek ben verirsem ve alttakileri de tutarsam 8 taneyi diziyor.

*Halkaları çubuğa geçiriyor, ama büyük-küçük kavramı henüz yok.

*Sinop'taki ilk günlerimizde kedi peşinde koşturmak için 2 elinden tutunca yürümeye başlamıştı. Son günlerimizde ise tek elinden tutunca yürümeye başladı. Tay tay durmalar çok az ve kısa süreli hala.

*Çirkin, şaşkın, kızgın taklitleri yapıyor.

*Masayı kirlettiğinde peçete alıp silmeye çalışıyor.

*Yeme konusunda ilk hafta artmıştı yemesi. Sonra bir diş çıkardı, ateşlendi ve yemesi azaldı. İstanbul'a döndüğümüzde ise ishal oldu ve 3 gün sürdü. 1 ay öncesine göre 300 gram eksiye düştük yani :(((

İlk aklıma gelenler bunlar.

Biraz da resimler konuşsun:

DUT NASIL YENİR?

Anadolu'da yeşillikler içinde yaşamak böyle birşey işte:

03 Temmuz 2008

SİNOP'UN SESİ - 1



Merhaba Hayranlarımız

Blogcudaki problemler nedeniyle son dönemlerde sık görüşemiyoruz. Blogumuzu kaybetme korkusuyla blogspottan da bir adres aldık. Aslında ilk blogumuz oradaydı, ama blogcu daha kolay diye buraya geçmiştim. Şimdi ise her iki blogu birlikte yürüteceğim. Bize buradan ulaşamayanlar için adresimiz:http://www.candasimsin.blogspot.com/ .


Şimdi sıra maceralarda:İstanbul'un kavurucu sıcağı ve son dönemlerin yorgunluğu ile kendimizi Sinop'a, anaannemizin yanına attık. Ne kadar kalacağımıza ise burada karar verecektik. babamız bizi getirdi ve Istanbul'a geri döndü. Candaş'ın ilk 3 günlük seyri çokkkk mutlu geçti.


3 günde taklit yeteneğimiz çok arttı. Ne yaparsak yapmaya çalışıyor. Kulak, burun, dil, diş, kafa , göbek ve ayaklar bildiğimiz ve gösterdiğimiz organlar. Bazen karıştırılıyor ama her gösterdiği organdan sonra alkış bekliyor, biz yapmazsak O yaparak hatırlatıyor.


Yeme konusunda fena değiliz. Kağıt helva arası muhallebi, kavanoz maması, peynir, zeytin ezmesi ve tabii hala dondurma aşkı....Buraya kağıt helva stoğuyla gelmiştik, ama stoklar çabuk tükendi (anası da yiyince erken bitti :)) Erfelek'te de bulamadık. Dedemiz Sinop'tan siparişle helva getirtiyor. Bugün diyor ki koliyle mi alsak ne :)))


Erfelek'te evimiz yarı köy sayılan bir yerde. Bahçe, hayvanlar, yeşillikler...Küçük büyük adamım kafayı yemiş gibi herşeye saldırıyor. Kedi gördü mü iş bitti. Normalde elinden tuarak adım atmak istemeyen adam, kedi kovalarken 50 metreye kadar yürüyor. Hatta bugün kedi gitti dediğimizde "dittiii" dedi, hem de peşpeşe 2 kez.


Kıskançlık had safhada. Kucağında çocuk olanlara karşı antipatisi var. Onlar'dan uzaklaşmak istiyor, ya da gitmelerini istiyor.


Günün bombası ise, sabah kahvaltı masasında "oğlum masayı sil hadi" dediğimde elini kağıt havluya uzatmasıydı. Ağzım açık kaldı desem yeridir. verdim eline peçeteyi önce ağzını sildi, sonra masayı. Galiba büyüyor.

Bir şımarık da oldu ki sormayın. gece uyutmak inanılmaz zorlaştı. Uyumak istemiyor, kaçıyor odadan. Kimi görürse şımararak kucakta hemen. O öyle cilve yapınca kimse de yatsın demiyor tabii.
Buraya gelirken mama sandalyesi taşımamak için portatif mama sandalyesi almıştım. Candaş'a aldığımız en faydalı eşyalardan biri oldu. Katlanınca küçücük oluyor, her masaya uyuyor, mutfak lavabosunda bile kolayca yıkanıyor ve hemen kuruyor. Şiddetle tavsiye ederim.

26 Haziran 2008

ŞAKŞAK & ŞAKŞAKÇILIK

Şakşak ve şakşakcılık, diğer terimiyle alkış ve alkış yapmak... Şakşak iki elin iç kısmının peşpeşe birbirine vurularak ses çıkarılması eylemidir. Çok basittir, iki eli açıp, yaklaşık 20 cm uzaklıktan yüzleri brbirine dönükken hızla yaklaştırarak ses çıkartırsın. Genelikle coşku belirtmek için yapılır. Kültürümüzde göbek atarken tempo tutmak için yapılması, en sık kullanım alanıdır. Hoşumuza giden bir durumda sevincimizi göstermek için şakşak yaparız. Heyecanla beklenen başarılı bir durumda başarıyı takdir etmek için şakşak yaparız. TV programlarında stüdyoya gelecek kişiyi karşılama şeklinin de tamamlayıcısıdır. Genellikle sunucunun hatırlatması gerekir, “alkışlarla ..... karşınızda” şeklinde. İzleyicinin kişiyi beğenmeyip saygısızlık olmamasına karşın aldığı bir önlemdir.Çok sevinçli bir haber aldığımızda da şakşak yaparız, "yaşasınnn" nidaları arasında.Bu eylem aynı zamanda bir protesto etme şeklidir de.Sözün bittiği noktada alkışlarla protesto ederiz bazı durumları.Kısacası bu eylemin kullanım alanı oldukça yaygındır.Bir de şakşak yapmayı geçim kaynağı edinmiş kişiler vardır, şakşakçı deriz Onlar'a.Kendi çıkarlarına göre heryerde olabilir bu meslek grubu. Sağcıyla sağcı, solcuyla solcu olurlar. Her konuşmaının arka tarafında, ön sıralarda görürüz Onlar'ı. Saz ekibi gibi nerede bir konuşma var, orada Onlar vardır. Onlar için önemli olan gemilerini yüzdürmektir.Ben şakşakçıların zeka seviyelerinden endişe ederim. Diğer taraftan çok da zeki bulurum Onlar'i, hayatta belli duruşları olmayıp günlerini gün edip, zorluk yaşamayan kişilerdir. Her durumda şakşak yaparak kendi hayatlarını garantiye alırlar.Şakşak ile zeka arasında bir bağlantı var mıdır? sorusu son zamanlarda bizim evde çok konuşulan bir konuydu.Güzel ülkemin güzel uzmanlarına göre çok sıkı bir ilişki var aralarında. Denver denen dünyanın en aptal testi diyor ki, "Türk çouklarının % 90'ı 9 aylıkken alkış yapmaya başlamış. Öyleyse yaşına gelip de alkış yapmayan çocuğumuzda zeka problemi olabilir". Tüm çocuklar aynı kuluçka makinesinden çıkan seri üretim ürünü olduğu için yaklaşım çok mantıklı. Alkış yapamıyorsa geri zekalıdır muhtemelen. Nokta...Belki çocuğum şakşakçı olmak istemiyordur? Marjinaldir? Sürüden farklı bir çocuktur..."Hayırrr, olamaz...alkış yapmalı". Bu çocuğun alkıştan sonraki aşama olan top yuvarlama ve bay bayı yapıyor olması ise kimsenin umrunda değil. "Alkış yapamıyorsa top da yuvarlamasın, bay bay da yapmasın. Yapamaz zaten, Denver öyle diyor". Çatır çatır da yapıyor ama dinleyen nerde????Alkış yapamayan mı geri zekalıdır yoksa çocukları robotlaştıran yöntemlere itibar eden mi bilemem ama ben artık bu konuya noktayı koyuyorum. Aslında ben değil, Ali Candaş koyuyor noktayı.Bu da birilerine kapak olsun. "Gülay ağır olmuş yazı" diyenlere "süper annelik http://candasimsin.blogcu.com/14800681/" yazımı tekrar okumalarını öneririm. Bizi aylarca ne hale getirdiklerini tekrar hatırladığınızda bana hak vereceksiniz.

Nokta.

18 Haziran 2008

ÖZCAN AİLESİNDEN (HALA VE AİLESİ)

Ali Candaş, Merhaba Aliciğim, seni öpüp koklamak hatta mıncık mıncık yapıp ağlatmak istiyorum(Anneni atlatabilirsem eğer, çünkü seni ağlatmama dayanamaz, ama ben bir fırsat bulup bunuyapacağım... bekle..). Aliciğim internetteki fotoğraflarına bakıyor, annen ve babandan her günson durumunu öğreniyoruz.. Günlerin su gibi geçip gitmesini ve biran önce seni kucağımıza almayıistiyoruz. Bu sıkıntılı günleri beynimizin bir köşesine atıp güzel günler için dua ediyoruz. O günler de zannediyorum yaklaşıyor.
Ali'ciğim 21.01.2007 tarihinde dünyaya geldiniz. Dünyaya iki kişi gelmiş ve beraber yaşam mücadelesi vermeye başlamıştınız. Küçük bedenleriniz buna nasıl dayanıyordu, mucize olmalıydı bu. Çok zor günler sizi bekliyordu. Bu zor günlerde annenle baban bir gün mutlu, ertesigün tam tersi çok üzgün oluyordu. Çünkü bir gününüz diğerini tutmuyordu. Sizin doğumunuzlabirlikte uzun bir süreç başlamıştı. Bu süreçte herkes kendine düşen sıkıntıyı ve sevinciyaşayacaktı. Öyle de oluyordu. Bu yol Beken ve senin için uzun ve zor bir yoldu. Beken'in bedeni bu mücadelede yenik düştü. Kader denilen şey bu olmalıydı. İnsanın gücü bir yere kadar yetiyor, sonra elden bir şeygelmiyordu. Annenle baban bu dönemi çok zor geçirdiler, hatta hala daha geçirmiş sayılmazlar,hatta ömürleri boyunca hep akıllarında kalacak. İşte bu aşamada sen onlara ve bizlere moral kaynağı oldun. Bir ışığımız daha vardı, sen pırıl pırıl yoluna devam ediyordun. Dünyayagelişinden bugüne, 74 gün geride kaldı. Öyle ümit ediyorum ki yakın bir zamanda taburcu olupkendi evine, kendi yatağına gideceksin. Bunu canı yürekten istiyor ve sürekli sizlere dua ediyoruz. Kalbimiz sizinle birlikte. Fotoğraflarına baktığımda bazen inanamıyorum, korkuyorum belki derüya gibi geliyor. Sonra dalıp gidiyorum, aklıma milyonlarca düşünce geliyor, hayaller kuruyorum...Tabii ki hepsi seninle ilgili. Bu arada hayal kuran başkaları da var. Denizberk ile Mert seni Fenerbahçeli yapmak için planlar yapıyor. Başarılı olacaklarına inanmışlar. Bana imkansız gibi geliyor, çünkü babanın böyle bir şeye izin vereceğini sanmıyorum. Bu arada Berkan da BJK’li yani çoğunluk sizde. Mert en küçüğümüzdü o da senin doğumundan sonra abi oldum diye seviniyor. Hepimiz sana kucak dolusu öpücükler yolluyor, iyi haberlerini bekliyoruz. Yanında yatandiğer arkadaşlarına da acil şifalar diliyoruz.
Özcan Ailesi Bahtın açık olsun Halan
<******>
Nesrin ÖZCAN 05.04.2007

BEKEN',İME KAN VEREN DOSTLARIMIZ

05.04.2007
Minik bebeklerim sıkıntılı başladıkları yaşam yarışında zorlu gunlerde buldular kendilerini...Ozellikle Beken'im cok mucadele etti hayatla ve dusen kan degerleri yuzunden surekli kan ihtiyacı oldu. Bu surecte bize kan veren tuBEKEN KIZIMA KAN VERENLERm dostlarimiza sonsuz tesekkurler...

Deniz AYDIN
Erdoğan ÇELİKKOL
Hamide GÜLER
İsmail YILDIZTURAN
Mehmet Hayri TOP
Turhan ÖNDE

*Sıra alfabetiktir.

DOSTLARIMIZDAN

Siz birer minik mucizesiniz bu dunyaya sunulmus... 2 buyuk koruyucu meleginiz basinizda size guc kuvvet ve sevgi vererek mucizenizi arttirarak tanik oluyorlar... biliyorum belki 10 belki 20 yil sonra gogusleri kabararak ilkokul siralarina universitelerde kep torenlerine dokecekler simdiki gozyaslarindan. .. ve siz o gun bileceksiniz yeniden ne kadar ozel oldugunuzu.. . bu umut diyin inanc deyin ne derseniz diyin ; biliyorum seneye bugun fotoğraflariniza bakarak tebessum ediyor olacagiz.... anne ve babanizi yurekten dualarla yakindan takip eden yeliz teyzeciginiz. ..

hadi bakalkim hanimlar beyler bu hayat sizi bekliyor...

biraz daha gayret....

11.02.2007
Yeliz Günal
Ikizlerim Grubu

NEZ TEYZEMİZDEN ELİF BEKEN'İMİZE

24.3.2007
NEZ TEYZEMİZDEN BEKEN'İMİZE...
Sana merhaba diyemedim ki, güle güle diyebileyim. Başka bir dünyadan, annen ve baban görmek istedi ve çağırdı seni. Geldin ve tekrar geri döndün. Sana merhaba diyebilseydim eğer, bana hoşçakal demeden gitmezdin belki. Öyle mi?
Sana söyleyeceklerimizi hep Ali'ye söyleyeceğiz bundan sonra sanırım. Ama şimdi değil. Çünkü O da anne ve baban gibi seni çok özleyecek.
Ben ise, bir meleği göremediğim için çok üzülüyorum. Ama eminim sen daha güzel bir yerdesindir. Bizleri duymasan da, daha mutlu olacaksındır belki. Onu senden başka kimse bilmiyor galiba.
Dünyada da sizi sevecek ve mutlu etmeye çalışacak insanlar vardı. Anne ve baban kadar değildi belki...
Kalsaydın sevecektik. Gittin diye de kızmıyoruz. 50 gün hiç iyi geçmedi. Küçük bir melek, ürkek bir kelebektin. Dokunmaya kıyılmazdı sana. Herşey senin için bitti belki. Belki çok daha güzel bir yere gideceksin. Ama nerede ve nasıl olacağını bilmediğimizden, seni hep merak edeceğiz.
Ali ile konuşursun belki diye, ondan sana selamlar söyleyeceğim. O'na söylediklerimin yarısı hep sana söyleyemediklerim olacak. Ona pastalar yapacağım, bir dilimi senin için hep ayıracağım içimde bir yerlerde, ama hep bir tabak eksik olacak.
Benim de bir meleğim senin gibi. Adı Müzeviy. O da senin gibi üşümüyor, konuşmuyor belki ama beni duyuyor. Sende beni duyuyorsan eğer, güle güle meleğim...
Bize hamileliğimizden itibaren hep destek olan sevgili teyzemiz;
Nezaket Öztürk
14.03.2007

HOŞGELDİNİZ

Bugun 21 Ocak 2007. 25 hafta 5 gunluguz henuz. Benim guzel bidiklarim anneyi cok merak ediyorlardi ve artik dogmak istediler. Onlara dunyanin suan onlar icin cok tehlikeli oldugunu anlatmaya ve gelmemeleri icin ikna etmeye cok calistim, ama nafile...
Ventilatoru olan hastanelerde bos yer arayislarimiz arasinda Istinye Devet Hastanesi'nde baslayan, ambulansta ilerleyen dogum hikayemiz tum devlet ve universite hastaneleri, Amerikan Hastanesi'nde yer olmamasi nedeniyle Avrupa Florance Nightingale Hastanesi'nde sonuclandi...
680 gr., 30,5 cm.lik Candas Oglum dogdu once. Oglumu gormek istedim ve baktim. Aman Allah'im, bu da ne ? Kucuk bir deniz kabugu dogurmusum ben, bir salyangoz kabugu gibi cizgi cizgi kivrimlari var ve simsiyah...Neden simsiyahsin kucuk erkegim ve daha da onemlisi neden AGLAMIYORSUN? Bu kotu bir kabus mu?
Daha fazla seyredemiyecegim, ozur dilerim 570 gr., 30 cm.lik minik kizim Elif, senin dogum anina bakacak takatim kalmadi, ozur dilerim bebegim.
Umarim hayat mucadelenizde basarili olursunuz ve hep birlikte mutlu, uzun ve guzel bir omur geciririz...
Sizi cok istiyorum yavrularim, cok...
Sizi seviyorum

17 Haziran 2008

GALİBA BURAYA TAŞINIYORUZ

Blogcuda adresimiz var aslında, ama blogcuyla sorunlar yaşıyoruz. Belki buraya taşınırız.














Babacığım babalr günün kutlu olsun....