29 Aralık 2008

ARSIZLIK

Arsızlık günlük yaşamımızda çok karşılaştığımız bir durumdur. Ama çoğu sınırlarını bilir bunun. Bazı şeylerde özellikle yapılmaz. Çocuklarımız konusu mesela. Hem de biri kaybedilmiş olan çocuğun da bulunduğu bir platformda arsızlık yapılmaz.
Son günlerde bloguma arsızlık boyutunda mesajlar geliyor. Sanal ortamı kullanan insanların her görüntüye kolayca ulaştığı düşünülürse kabanlı-pantalonlu fotolara bakıp da arsızlık yapması abes oluyor. İstediği her görüntüye internette ulaşabilecekken bunun yapılmasına tahammül edemedim.
Bu blogu yaparken düşüncem hastanede ölüm-kalım savaşı veren yavrularımı göremeyenlere göstermek, kendime biraz moral depolamaktı. Sonradan Candaş'a bırakabileceğim güzel bir hediye olarak da beni mutlu eden birşey oldu.
Burada Candaş'ın herşeyini yazıyorum: Gelişimini, yazamazlıklarını, hastalıklarını vs vs. Premature bebekler için gelişim takibinin ne kadar önemli olduğunu arsızların bilmesini beklemiyorum tabii. Blog sayesinde birçok premature bebek ailesiyle de tanıştım. Çoğu zaman tecrübelerimizden faydalandılar, biz de tecrübelilerden faydalandık.
Son günlerde mesaj yazan kişiler blogun ana sayfasındaki chat-boxu kapatmama sebep oldu.
Bu mesajları yazan kişiler blogdaki yazılardan tek kelime dahi okumuyor eminim ki. Gerçi okusa da kapasiteleri arsızlıklarını önleyecek boyutta mıdır o da ayrı bir konu.
Ben burada yazılarımı yazmaya devam edeceğim. Arsızlar da umarım kendilerine uygun yerlerde yaparlar arsızlıklarını.

HASTA MASUMİYETİ


Ateş, kusma, ishal, iştahsızlık, halsizlik...
Asıl önemlisi kaka kokusu...
Popodan çıktığı anda evi kaplaan, gaz maskesi takmayı gerektiren kaka kokusu...
2 gün hastanede kaldı küçük adam. İnatçı ateş ilk gün zorladı bizi. Sonrası daha iyiydi.
İshal devam.
Evdeyiz bugün.
Çok şükür.

25 Aralık 2008

KÜÇÜK ADAM ARKADAŞLARIYLA

Gün geçtikçe büyüyen küçük adam artık arkadaşlarıyla da oynamaya başladı. Oynamak dediğim aslında şu:
Kısa süre öncesine kadar Candaş'ın yanındaki tüm çocuklar Candaş'ın elinde ne varsa direk alırlar, tokat atarlar, ezerler, döverler vs idi.
Son 1 haftada farkettim ki artık küçük adamım büyüyor.
Geçen hafta Azra ve annesi bizdeydi. Candaş Azra'ya elleriyle balık yedirdi, birlikte oynadılar, kavga ettiler, CAndaş Azra'nın elinden birşeyler aldı çekerek, Azra'yı itti vs. Güzel birgündü yani.
Şimdi derseniz çocuğunun itip kakmasına seviniyormusun? Cevabım evet seviniyorum.
Çünkü Candaş akranlarının yaklaşık 2/3'ü cüssesinde. Dolayısıyla herkes O'nu rahatlıkla dövüp hırpalayabiliyor. Bu durumda kısa süre sonra kreşe de başlayacak olan küçük adam sürekli dayak yiyeceği için psikolojisinde sıkıntılar yaşayabiliriz. Bu bakımdan kendini savunmayı öğrenmesi gerek. Yukarıda Candaş'ın Azraya yaptıklarını yazdım ama Azra'nın yaptıklarından hiç bahsetmedim :)) Sonuç olarak Candaş'ta ilerleme olması hoşuma gidiyor

Azra ve Candaş'ı evde yaptığım top havuzuna attık, delirdiler. Çok eğlendler. Sonra Ömer Akın ve annesi de katıldı bize. 3 atom bombasıyla çok eğlendik :))



O gün Ömerler de bize katıldıktan sonra kargaşadan olsa gerek hiç foto çekmemişiz ne yazık ki :((
Ama zihnimizde bir sahne kaldı :
Birgül Ömer'in altını değiştiriyor. Candaş da başında seyrediyor. Ömer kalkar kalkmaz yerden Candaş yatıyor yere. Bacaklarını kaldırıyor, Birgül'e altımı değiştir diyor. Küçük adamın altını yeni değiştirmiş olmama rağmen kıskandı herhalde diye açıyor Birgül altını.
Ama benim oğlumun vardır bir bildiği tabii....Sürprizi Birgül Teyzesineymiş...Oğlum b...unu da gösterdi yani herkese.
Aklıma geldikçe gülüyorum.
Eline sağlık Birgülcüm..



Bu da KFC'de edindiğimiz yan masa arkadaşımız Billur...

18 Aralık 2008

PAYLAŞMADAN GEÇEMEDİM

Son dönemlerde en hoşuma giden tablolardan biri.
Oğluşum büyümüş, artık elimden tutmak istemiyor yürürken ve Caddede geziyoruz.
Minik sevgilim, küçük adamım...
Facebooka koymuştum bu resmi. Güzel yorumlar alınca burada da paylaşmak istedim.

16 Aralık 2008

HAYALİMİZDİ...

Geçen sene hayalimizdi.
Yılbaşı gelirken ağaç süsleme telaşımız vardı. 3 kişilik ilk yeni yılımızdı bu. Biz süslemeyle uğraşırken Candaş'ın dağıtacağı günleri hayal ettik. Belki diyorduk, seneye olur hayalimiz.
Şimdi o sene geldi. Hayalimiz gerçek oldu galiba, ama biraz farkla...
Bu akşam Candaş'ın biraz ateşi vardı, uyumak istemedi, huzursuzdu.
Kaldırdım, oyun oynayalım bari dedim. Saat gece yarısı 1 ...Yılbaşı ağacımızı süsleyelim dedik. Küçük adam bir heyecanlı ki sormayın. Koşturuyor, süsleri alıyor, ağaca takıyor, çığlıklar atıyor. Hayalimizin bir bölümü buydu işte. Hayaldekiyle gerçek farkı ise, Candaş etrafa saldırmadan, pek fazla dağıtmadan ciddiyetle süsleri taktı, inceledi...Anneye yardım etti gerçekten. Sonra da yere dökülen ağaç yapraklarını gırgırla temizledi :)) Gece yarısı makine çalıştıramadık tabii.
Bu işler sırasında bir ara benim O'na sırtım dönük olarak ağaçla ilgileniyordum ki, küçük adamı ihmal etmiş olmalıyım. Arkamdan minicik bir çift el sarıldı bana, kolları yetişmedi. Kafasını da sırtıma dayadı. Yüreğime dokundu O'nun minicik elleri. Sarıldım, duygulandım, coştum vs vs. Öyle çok sarılmışım ki küçük adama canı candı, kızdı bana. Kendimden geçmişim O'nu severken...

Bu gece saat 01-03 arası manzaraları


Paladium Alışveriş Merkezinde Yeni Yıl Coşkusu


Yazın takılmayan güneş gözlükleri kışın takılır :)
Candaş 5.ayından beri kendi odasında uyuyor. Yatağı dışında uyumaz bizimki, bir de pusetinde. Bizim hayallerimizden biri de Candaş'a sarılarak yanımızda uyumasıydı. Ama sadece hayal olarak kalacak diye düşünüyorduk.
Cumartesi günü kahvaltı sonrası mutfakta uğraşırken küçük adamla babasının sesini duyamayınca bakmaya gittim. Bizim yatağımızda sarılmışlar birbirlerine uyuyorlar...
Şaştım kaldım...Kıskandım aslında. Candaş ilk kez birisiyle uyudu, babasıyla.
Candaş'ın uyuma hikayesi ise çok ilginç. Yatakta babayla oynarlarken babasının sırtından geçmeye çalışmış, kafası yatakta, ayakları babasının sırtındayken kalmış orada. Sadece bacakları hareket ediyormuş, babamız bakmış ki, adam uyuyor :))) O da almış koynuna küçük adamı sarmaş dolaş 3 saat uyumuşlar....

Bu arada biz üzgünüz bu aralar.
Geçen cumartesi Melek Buse hastalandı. Pazar günü pnomoni başlangıcı teşhisiyle hastaneye yatırıldı. Bugün daha iyi olduğu için tedavisine evde devam edilmek üzere taburcu edildi.
Melekciğim, çabucak iyileş de Candaş'la yaramazlıklara devam edin olur mu?
Dualarımız seninle minik şekerim.

13 Aralık 2008

AÇIK BÜFE

Küçük adam yeme konusunda sürekli değişiklik istiyor. Bugünlerdeki tercihimiz salon sehpasının üstünde, açık büfe şeklinde duran yemek tabakları...
Önce bir tabak koyuyorum sehpaya, olmadı ikinci, olmadı 3, 4,5....şeklinde gidiyor. Öğleye kadar sehpa tam bir açık büfeye dönüşüyor.
Acik Bufe Yemek
Soldan sağa:
Nesquik corn flakes, dilinlenmiş sert pekmez(ananne yapıyor-Candaş'ca çiko), parçalanmış pirzola, beyaz peynirli-kaşarlı-tereyağlı makarna, haşlanmış mısır, pilav. Arkada sıkma meyve suyu ve su).
Reklamlarda gördüğüm süt dilimi de çok ilgimi çekmişti. "Süperrr" dedim görünce. Hemen aldım. İlk günler küçük adam pek bir iştahla yedi. Hem ambalajlı olması, hem de çikolata kaplı olması tam O'na göre. Şimdilerde pek ilgisini çekmiyor. Araba koltuğunda, pusetinde ve dışarıda gezerken yemeyi daha çok seviyor.


Acik Bufe Yemek (2)
Süt dilmi işte böyle yenir. Hem süt oranı çok yüksek, hem de kalorisi (1 paket 400 kalori). İnşallah yemeye devam eder. Şu aralar günde yarım paket yiyip, geri kalanıyla koltuğa aydede çiziyor(muş).
Candaş'ın ambalajlı ve eliyle yiyebileceği şeyleri sevdiği için kahvaltı yapmayan oğluşa sabahları 1 tane kiri peynir veriyoruz eline. Ambalajı yanında açılacak ve kağıdı tamamen çıkarılmayacak ama. O kağıdından tutarak yiyecek.
Tek sorun ambalajı sıyırdığımız yere kadar yemesi, ambalajı tekrar aşağı sıyırmamızdan sonra geri kalanı yememesi.
Yarım paket yiyor şuan. Buna da şükür diyoruz.
Bugünlerde az çok kilo da alır oldu (gram demek daha doğru olur). Geçen ay 250 gram almış diye evde çifte bayram yaşadık. 250 gram çokkkk gram bizim için. Benim hayalim vardı son 1 yıldır. Candaş 2 yaşında 8 kg olur mu diye. Aslında 9 ayda 8 kg olması hayali bu. Çünkü bugüne kadar doktorlar tarafından düzeltilmiş yaşı kullanılan prematurelerde 2 yaşından sonra kronolojik yaş kullanılmaya başlanıyor. Yani bebeğin doğum yaşını yakalaması gerekiyormuş. Candaş boy-kilo olarak hala 6-9 ay kıvamında. Ama mental ve motor gelişimde daha iyi. Asıl olan da bu zaten. Yürümede geciken küçük adam motorda da geri çıakacak muhtemelen ama kimin umurunda....Yürüyor ya kuzucuğum, varsın geç gitsin. Gerçi yerden desteksin olarak ayağa kalkmaya başladı. Birkaç gündür de geri geri yürüyor. Ben çok mutluyum oluşumun halinden. Bir de kilo değil de boyda bari biraz ilerleseydi diyecem ama....
Napalım O da minyon bir adam olur ilerde. Kafası çalışsın da....


Diş Fırçalama (5)
Son durum:
Kilo : 7.850 gram
Boy : 75 cm
baş : 45 cm
Verileri yazınca aklıma birşey geldi.


10 aralik fzt g
Geçen sene Aralık ayında Candaş oturamıyordu bile, emekleme de yoktu tabii. Düzeltilmiş 8 aylıktı. Sürünüyordu, herşeyi ağzına götürüyordu.
Dişi bile çıkmamıştı.
Kilosu 5.700 gram, boyu da 65 cm imiş.
2 kg artmış 1 yılda, 10 cm de uzamış. Baş çevresi 42 cm den 45 cm olmuş. Ooo, baş çevresi ne kadar az büyümüş. Sanırım erken kapanan bıngıldaktan dolayı.


12 Aralik-kedi Durusu (1)
Son hız fizik tedavi yapıyorduk. Otursun, emeklesin diye. Kiloyu boyu boşvereyim de çok şükür bu halimize, bugünlere geldik. Sağlıklı ya...
Bir de geçen seneki kayıtlara bakarken Candaş'ın ilk kez "baba nerde" sorumuza gözleriyle göstererek cevap verdiği zamanki yazımı buldum. 16 Aralık 2007 imiş. O günü öyle net hatırlıyorum ki, sevinçten deliye dönmüştük. Oğlumuz söylenenleri anlıyor ve bize cevap veriyordu. Yani kafası çalışıyordu. Bu öyle bir duygu ki, ancak bizim gibi zor yollardan geçenler anlayabilir. Çocuğu normal doğanlar bunun öneminin farkında bile olmaz çoğu zaman.
Hüzünlendim şimdi.
Umarım geleceğimiz bugünümüzden de güzel olur.

11 Aralık 2008

EN VEFALI DOSTA VEDA

Benim minik kuşlarımın sabırsızca doğmasıyla tanıştım O'nunla.
Aslında daha önceden görmüşlüğüm vardı, O'nun yaşam felsefesini de biliyordum ama o zamanlar bana uymuyordu amacı.
Ablam doğum yaptığında ablamın en yakın dostu olmuştu. Özellikle erken doğum yapanları severdi çünkü O. Ne kadar faydalı bir dost diye düşünmüştüm. Bana yakın olmasını ise hiç temenni etmemiştim. Nereden bilirdim ki benim de günün birinde erkenden doğuracağımı.
21 Ocak 2007'de ilk kez ihtiyacım oldu O'na. Kimse bana hatırlatmasa da ben hatırladım O'nun bana gelmesi gerektiğini.
Haber saldım hemşirelere, gönderin bana diye.
Kimse oralı olmadı. Israrla çağırıyordum yine de, ama nafile, haber vermemişler bile O'na.
Öyle ya, kim ister ki bebekleri ölecek bir anneye yarenlik etmeyi. Sanırım bundan dolayı tanıştırmadılar beni O'nunla.
22 Ocak 2007'de, doğum sonrası yavrucuklarımı hastanede bırakıp taburcu olmadan biraz önce ısrarla istedim tanışmayı, geçiştirecek cevap bulamadılar artık ve odama gönderdiler O'nu. Bana tanıştıracak kimse gelmedi yanında. Öylece O gelmişti sadece. Birbirimize bakıp durduk kısa süre. Sonra ben attım ilk adımı. Faydası olur mu bilmiyordum ama denemeliydim. Buna ihtiyacım vardı çünkü, çocuklarımın sağlığı için tanışmalıydım O'nunla.
..........
İlk tanışma iyi geçti. Başta soğuk nevale kıvamındaki O, şaşırdı bendeki azme. O da emek verdi sonra.
İşte o gün başladı 23 aylık dostluk. Hem de ne dostluk...
Önceleri günde 8 kez görüşüyorduk, iyi geliyordu bana. Her görüşme yaklaşık yarım saat sürüyordu. Aslında çok da sancılı oldu önceleri, canımı çok yaktı. Ama biliyordum ki geçecekti bu, şimdi o acıya dayanırsam çocuklarım için çok faydalı olacaktı. Yılmadım, devam ettim görüşmeye.
İlk günler emaneten geliyordu sadece yanıma. Sonra evime de gelmesini istedim, kırmadı beni. Ben pes diyene kadar kalacaktı benimle. Çocuklarımı yaşama bağlayacaktık birlikte.
************************
Biraz masraflıydı aslında, aksesuarı da hiç bitmezdi. Masraflarını karşılamak da bana düşüyordu tabii. Seve seve kabullenmiştim ben de.
"En büyük yardımcım derin dondurucu" diyordu. "İlle de eve alacaksın bir dondurucu".
Kırmadım O'nu, aldım bir derin dondurucu.
Sürekli dolu tutmak isterdi içini. Minik minik poşetler içinde isterdi herşeyi. İstediği gibi de yaptım.
Mutluydum bu durumdan, çocuklarıma da çok faydalı olduğunu söylüyordu doktorlar.
Öyleyse her kaprisini çekecektim. Tam 50 gün boyunca hem Candaş'a, hem Beken'e çok faydalı oldu. O olmazsa çocukların durumu bu kadar iyi olmazmış. Öyle diyordu doktorlarımız, hemşirelerimiz.
50 gün sonra kızımı cennete yollarken O'nun da artık benimle kalmayacağını sanmıştım. Bu acıya dayanamaz diyordum.
Yanlttı beni. Dedim ya en vefalı dost diye, vefalının da alasıymış. Daha çok zaman geçirir oldu benimle.
"İyi de" dedim, "artık tek çocuğum var, bana bu kadar zaman ayırmana gerek var mı?"
"Var" dedi.
"Bak" dedi, yğun bakımda yatan diğer bebekleri göstererek. "Faydam sana çok geliyorsa diğer bebeklere faydalı olabilirsin."
"Nasıl olur" dedim. "Kızıma ihanet etmiş olmam mı?".
"Artık kızın yok" dedi. "Acı da olsa gerçek bu. Ama diğer bebeklere faydalı olursan Onlar da senin bebeğin gibi olabilir".
Doğru söylüyordu. Yoğun bakımdaki herkes benim aczimi yaşıyordu. Öyleyse birbirimize destek olmamız gerekirdi.
*************************
Başka hastaneden bizim olduğumuz hastaneye yeni gelmişti Melek Buse. Ali Candaş'ı odasından dışarı alıp Melek'i almışlardı o odaya. 1-2 kez görüştüğümüz bu aileyle yakın hissetmiştik kendimizi. Doğumundan sonra Melek'in annesi de tanışmış benim vefalı dostumla. Ama ısınamamışlar birbirlerine. Öyleyse ben dostumdan aldıklarımı payaşabilirdim Melek'le.
************************
Melek'in annesine bunu ilk söyediğimde çok sevinmişti. Kısa süreliğine de olsa aracı olmuştum dostumdan aldığım faydayı Melek'e aktarmada.
****************************
Hayatımın ayrılmaz parçası olmuştu artık. Ben nereye O oraya konumundaydık. Hani çantamda taşır gibi.
Candaş'ın yeme sorunu başladıktan ve Melek Buse'ye de faydam kalmadıktan sonra azaltık dostumla görüşmelerimizi. Azalttık ama hala çok yararlıydı bizim için.
1 seneden önce ayrılmayız inşallah diyordum.
Ayrılmadık da....
18 ay dedim sonra. 18'i de gördük beraber. Günde iki kez görüşüyorduk ve epey azalmıştı paylaşımlarımız. Erken doğum yapan bir annnin 18 ay O'nunla görüşmeye devam ettiği pek görüldük birşey değilmiş. Zoru başarıyormuşum.
Pek mutluluk verici birşeydi benim için. Küçük adamımın sağlıklı geleceğine yatırım yapıyordum bir nevi.
18 derken 21 oldu, sonra 23...
Artık ayrılmam gerektiğini biliyordum, ama ayrılamıyordum.
Korkaklık mı yoksa alışkanlık mıydı?
Alışmaktı sanırım. Bir şeyin vesile olması gerekiyordu ayrılığımıza.
İşte bu şey benim geçen hafta başlayan baş dönmelerim oldu. Öyle ki yataktan çıkamaz olmuştum. Asansörle sürekli gezermiş gibiydi başım; boşlukta ve çok ağırdı.
Taşıyamaz oldum kafamı. Doktora gitme vakti gelmişti.
Gittim ve daha önce de yaşadığım "vertigo" olduğunu öğrendim sorunun.
İaç kullanmam gerekiyordu. Ama ilaç kullanırsam vefalı dostum benimle kalmazdı ki. O ilacı hiç sevmezdi. 1 gün daha o ağır kafayla gezdikten sonra pes ederek ilaca başladım. veee...ayrılık zamanı gelmişti.
Veda sözüne dilim gitmiyordu bir türlü. Candaş da artık 23 aylık olmuştu, ve ikimizin de O'na ihtiyacı yoktu artık. Ama kalbim ayrılığı pek istemiyordu. 1 ay sonra da işe başlayacağım için bu ayrılık kaçınılmazdı aslında.
6 Aralık 2008 cumartesi sabahı son kez görüştüm O'nunla. İkimiz de son olduğunu bilmiyorduk.
Öğleye doğru baş dönmem ilaç içmemi gerektirince sabahki görüşmenin son görüşme olduğunu anladım.
Buraya kadardı.
******************
Bağımı kesmedim O'nunla, kimbilir belki de ihtiyacım olacaktı yine.
1 gün, 2 gün derken 5 gün geçti üstünden. Bundan sonra da görüşmemiz pek olası değil. Aslında çok arıyorum O'nu.
Hani dolup taşar içimiz, rahatlamak isteriz ya, onu yaşıyorum ben de bugünlerde.
Geçecek ama biliyorum. Candaş'ın gerçekten ihtiyacı olduğunu bilsem vedalaşmazdım ama artık Candaş'a da faydası olmadığını iyi biliyorum.
En vefalı dostum;
Teşekkürler sana.
Bıkmadan, usanmadan yanımda olduğun için.
Sıkılmadan her kaprisimi çektiğin için.
Çocuklarıma sağlık verdiğin için.
Güzel dostluklar kurmama vesile olduğun için.
Beni bugüne kadar hiç yalnız bırakmadığın için teşekkürler.
Ama artık gitmelisin.
Başka yerlerde başka annelere-bebeklere dost olmalısın. Nankörüm belki ama senin dostluğunun artık bize faydası yok.
Seni hiç unutmayacağım.


Sayesinde Beken'ime 50 gün, Candaş'ıma da 23 ay süt verebildiğim en vefalı dostum bu süt pompası.
Böyle bir cihazı icad eden teknolojiye ve Medela firmasına da sonsuz teşekkürler.

04 Aralık 2008

FOTOĞRAFLARLA KÜÇÜK ADAM


Küçük adamla vapura binip benim işyerime gittik

Cellocandaş :))

Evde küçük adamdan bilgisayar kaçırır olmuştuk ki
Gökhan Amca yetişti imdada, bu ilk laptopla

Candaş tam bir alışveriş arabası hastası. Babamız da meraını alsın küçük adam diye bunu amış. Evde sürekli bir nakliye eylemi var. Oyuncaklar taşınıyor, yiyecekler taşınıyor...Yorulunca da böyle içine giriliyor, anne küçük adamı taşıyor.

Bu da araba üstünde TV keyfi...Elinde de çok sevdiği mısırı var.


03 Aralık 2008

KÜÇÜK ADAM UYURKEN

Dün sabah mama sandalyesinde oturuyor...Yememek için bin takla atıyor...Minik poposunu sandalyesin bir kenarına sıfırlamış, diğer kenarını ise eliyle bana gösteriyor:
"Anne, buğya otuuu..."
"Oğlum ben oraya nasıl otururum?"
"Anne, otuuu"
Bittiğim anlardan biridir.
......................................
Yemek yiyor...Her lokmadan sonra baş ve işaret parmağını birleştirip,
"Ih ıh ıhhh" diyor.
Eline sağlık anneciğim daha güzel nasıl anlatılır ki...
......................................
Baba: "Bugün naptın oğlum?"
Candaş:" Paaaakkk"
B. "Naptın parkta?"
C: (Popo sallanarak)" Biğğ, ıkiii, uccc,döğğt"
Salıncağa bindim demek böyle anlatılır işte.
......................................
Mağazaya girdiğimizde hemen yere atlıyor. Reyonlar arasında koşturmacaya başlıyor. Askılar indiriliyor. hele bir görüntü var ki, iç çamaşır reyonunda, kafayı sokmuş sütyenlerin arasına, araştırma yapıyor :)) Foto Filiz'in makinede. En kısa zamanda burada olacak.

HARİKA BİRŞEY BULDUM

Facebook sayesinde doğduğum günle ilgili hoş, komik ve gerçek bilgiler buldum. Kopyaladım ama burada yayınlamakta sorunlar yaşadım. Uykum var, uğraşamam diye blogcuda yayınladım.
www.candasimsin.blogcu.com

01 Aralık 2008

ANNE, BUĞYA OTUR

Küçük adam hergün değişik şeyler söyleme derdinde. 3 kelimeli cümleleri epey arttı.
Şimdi moda şu:
Bulduğu herhangi bir yere oturuyor. Sonra eliyle yer gösteriyor ve, "anne, buğya otur".
"Nereye oturim oğlum"
"buğya otur".
Gösterdiği yer her neresi olursa oturmak zorundasin, fayans, parke, yer farketmez. Uzağa oturamazsin, sadece gösterdiği yere.
Karanıkta odaya gireriz, "anne, bamba aç"...
"Emret komutanım, ne demek...
"Yemek yemek istemiyorsa,
"anne, önnüğ çıkaaa".Önlük çıktı.
Mama sandalyesinden inmek istiyor:
"Anne, kalk, anne kalk"
.................
Zamanının çoğunda odasında oynamak istiyor. Elimizden tutuyor, sürükleye sürükleye odasına götürüyor. Son zamanlarda ise arkamda durup odasına ulaşana kadar itiyor bacaklarımdan. "Tamam, gidiyorum işte neden itiyorsun?".
Anlam veremiyordum ... ki, sebebini anladım.
Baba belli yere kadar gidip, Candaş bakmazken küçük adamı kandırıp salona geri dönüyormuş.
Eeee şimdi yer mi benim oğlum bu numaraları, garantiye alıyor kendini :))

Yer: Annesinin bacakları
Elindeki: Elma
Ne yapıyor: TV seyrediyor
............................
Çok keyifliyiz çokkk.

ANNELİK DIŞI YAŞAM



Son iki yıldır tüm rolüm annelik olmuştu. Hastane koşturmacaları, evde karantinalı yaşamlar, bırakacak kimse olmamalar, küçük adamı bakıcıya vermeye kıyamayıp işe ara vermeler... derken kendimin de bir hayatı olduğunu unutmuştum.
Dün satarım anasını diyerek Melek'in annesi Filiz'le attık kendimizi sinemaya. Neye gidelim diye çok düşünmedik, unuttuğumuz değerlerle ilgili birşey seçtik ve Issız Adam'a gittik. Meğer aşk denen şeyi unutalı çok olmuş. Film bize hatırlattı.
Filmi film olarak çok da beğenmedim, ama içim kıpır kıpır çıktım sinemadan. Son zamanlarda kalbimi oğlumun aşkı sarmış sadece. Aşkın başka boyutunu arka plana atmışım.
Bu arada filmde müzikler bir harikaydı. Plaklardan duyulan gerçek sesi dinlerken mest olduk..............
Karar verdik Filiz'le, her pazar bizim günümüz olacak. Cumartesi de babaların günü.
Sinemadan çıktık, vurduk kendimizi mağazalara. Söz verdik kendimize, bebek mağazası gezmek yok diye...Elimizde bebek mağazaları çantalarıyla koştuk çok özlediğimiz çocuklarımıza.
Yine biraraya geldik. Bizim ufaklıklar birbirlerine çok alıştılar. Kıskançlık en belirgin duygu. Davranışsal olarak da etkiliyorlar birbirlerini. Birbirlerini sevmeler, cici yapmalar, öpmeler, sarılmalar...
Candaş'ın elimden yemek yediği ender anlardan biri...Kıskançlık sağolsun
..................
Candaş her kelimeyi söylemeye çalışıyor, bir çoğunu da söylüyor. Ama Filiz veya Teyze yok dağarcığında. Eeee ne olacak o zaman? "Gengeeee".
Candaş Filiz'in peşinde "yenge, yenge" diye geziyor. Filiz bana diş bileyerek bakıyor :)))
..............................
Sizi çokkkk seviyoruz.