31 Mart 2009

SÜTÜNE VİCDANINA

Herşeyin metalaşmasından rahatsız olmayan var mı aramızda?
Yoktur eminim ki.
En çok da sonsardunya rahatsız oluyor bence bu durumdan.
"Sütüne vicdanına" demiş profilinde.
İçim ferahladı bu sözü duyunca, sıcaktan deli gibi bunalıp bir magnum klasik yiyip üstüne de su içmişim gibi hissettim.
Yazmadan geçemedim.
Sivil toplum örgütlerine 5 TL bağış yaptığında el emeği kolyelerinden gönderiyor bağışçıya.
Magnum da neymiş bunun yanında.
Merak edenler için sonsardunya gibi bir link vereyim:
Tık

27 Mart 2009

BAŞIMIZA TAŞ MI YAĞACAK NE?

Dün akşam gece bahçesi başlamadan dişlerini fırçaladı küçük adam, altı temizlendi, pijamalarını giydi.
Gece bahçesi başladı, küçük adam bağırıyor:
"Kapatttt, kapatttt"
Uyku zamanını göSteriyor ya gece bahçesi, çığlık çığlığa.
Neyseki dün akşamki bölüm küçük adamın nabzına göreydi. Elinde tişörtünü sallaya sallaya dans etti, zıpladı çizgi kahramanlarıyla.
Programın sonu geldi.
"Yatağına girmemiş biri mi var?" sesiyle birlikte koşarak odasına gidip yatağına asılan küçük adam bu defa elimden tuttu sürükleye sürükleye mutfağa götürdü beni.
"Memek anne, memek....Ham ham ham (minik parmaklar ağıza girip çıkıyor bu arada)"
Dumur oldum.
İlk defa oluyor bu. Adam acıkmış, yemek istiyor.
Oyun oynuyor herhalde benimle diye düşünürken masa başına geçti, "anne otuğ, otuğ"
Sandalyeye oturtuldu.
"Ne yemek istersin oğlum ? Çorba mı makarna mı?"
"Bakağnaaaa, bakağnaaaa, ham ham ham (el yine aynı şekilde)"
Koydum tabağa, 1 yemek kaşığından fazla.
Yedi.
Biraz daha koydum sonra.
Onları da halı yedi.
Halının yemesine çok alışkınım da küçük adamın bu hali umarım hayra alamettir.

23 Mart 2009

KARMAKARIŞIK

Karışık resimler var elimde. Kimi taze, kimisi de bayatlamaya yüz tutmuş. Exp date kaçırmadan yüklemek lazım di mi?
8 Mart 2009 (6)
Azjaa(Asya) ile buluşma gününden
8 Mart 2009 (9)
Aralarında sadece 6 ay var:( Asya ortalama persantilde seyreden bir çocuk
8 Mart 2009 (7)
Kitapçıyı altüst edip, ilgi odağı oldular
Basketttt (7)
Küçük adamın boyu uzasın diye aldığımız basket potası
Basketttt (6)
Smaç hazırlığı :))
Basketttt
Smaççç
Basketttt (1)
Bu da turnike
Nevruz 2009 (2)
Nevruz 2009 (4)
Melek'le buluşma gününden
Sehpa üstünden TV seyredip maymunluk yapma sahneleri
Basketttt (5)
Yerde uzanan babanın üstüne atlama sahnesi
9 Mart 2009 (5)
9 Mart 2009
Bu da annesinin işyerine gelip patron olan küçük adam.
Son zamanlarda yaşadıklarımız işte böyle.
Geçen hafta geçirdiği FMF atağı çok sıkıntılıydı. O gülmeye başladığında biz yeniden doğmuş gibi olduk.
Umarım tekrar yaşamayız...
Bugünlerde küçük adam acayip dillendi, herşeyi konuşuyor, her cümleyi kuruyor, fiil çekimleri yapıyor(geldi dediğimde gelmişşş diye değiştiriyor).
Baby TV son zamanlarda gelişimini artırdı.
Mutfakta yere düşen biberon kapağını almış eline bana gösteriyor:
"Bu kığmızı biğ kapakkk".
Gelişimine tanık olmak harika birşey.
Renk ayırımını da genellikle yapıyor. 4-5 renk biliyor ve doğru kullanıyor.
Kığmızı, tuğuncu, meeeyi, sağı, deşil,moğğ.
Tüm bunlar bizim için sadece birer hayaldi.
Hem de daha aylar öncesine kadar.
.............
Şimdilik hoşçakalın

19 Mart 2009

BİRAZ KARIŞIK OLSUN

Bu yazının konusu yok. Zaman sorunu nedeniyle blog epey boş kaldı ve her telden birşeylerle devam edeyim yoluma.
Yeni işyerime adaptasyon, bu arada başlayan yüksek lisans dersleri, ev işleri ve yoluna giriyor artık dediğim FMF atakları...
Cuma akşam geç saate kadar ve cumartesi günleri derslerim olduğundan neredeyse hafta sonu tatili yok şeklinde bir süreç yaşadım. Tek gün pazar gününde ne yapılır?
Temizlik?
Oğluşla ilgilenme?
Dışarı atıp kendini, biraz dolaşmak?
Ütü, çamaşır?
Atike modundayım bu aralar, sanırım uzunca bir süre de böyle geçecek.
Ya da hiçbirşey yapılmayacak...Sadece oğluşla geçen zamanlar olacak.
Derse gittiğim ilk gün iş çıkışı direk okula geçtiğim için küçük adamı 24 saatten fazla süre göremedim. Akşam saat 6 sıralarında kapıya gidip, "anne geğmedi...anne geğmedi" diye dolanmış sarı kafalı oğlum. İçim parçalandı. Cumartesi sabah kısa süre görüşüp yine ayrıldık. Pazar günü birlikteydik, zamanla alışacağız sanırım.
FMF ilacına başlayalı 1 ay kadar oldu. Bu süreci gözlemlemekle geçerken son ataktan 15 gün sonra ateşi çıktı küçük adamın. FMF atağı mı gribal bir enfeksiyon mu öyle zor ki anlamak...
Hafif burun akıntısı ve 2 gün süren ateş....Gribal birşey diye düşündüm ve kolay geçti o dönem.
2 gün önce gece yarısı yine ateşi çıktı, ateş düşürücüyle 4-5 saat düşüyor sonra tekrar çıkıyor.
Dün sabah yine ateşi vardı, ,ilaç verip işe gittim, öğlen tekrar ateşlenmiş ve eve döndüm. İlaç verdim, başka sıkıntısı olup olmadığına baktıktan sonra testislerindeki kızarıklığı farkettim. Anlam veremedim ve eve yakın olan ve daha önce tanıştığımız ve Candaş'ın dilinden anlayan doktorun olduğu hastaneye gittim. Gitmeden telefon açtım, "ateşi var oğlumun, dr getirmek istiyorum" dedim. "Dr randevuları dolu, görüşüp haber verecem" dedi telefondaki ses.
1 saat bekledim ve aramadı.
Kalktım gittim, hiçbir açıklama yok neden aramadıklarına dair. Randevularının arasında bizi de alacakmış bir ara dr. Ateşi de düştüğü için rahattık. Bekleme salonunda beklerken görevli muayene ücretini istedi. "Muayene olduktan sonra ödicem" dedim ve kapandı konu.
Tam 1 saat bekleme salonunda bekledik ve hala bize bakılmamıştı. Ben vazgeçip hastaneden çıkmaya yönelince "şimdi sizi alacak " diyen sese uyup bekleme salonuna döndüm, orada görevli bir başka kişi "beklerken muayene ücretinizi alalım" dedi tekrar.
Nasıl bir düzendir bu? Sinir oldum ve gerek yok ödememe, çünkü biz gidiyoruz dedim.
Bu arada Candaş'ın çişini de yanımda götürmüştüm. Saatlerce sürmüştü onu poşetten akıtmadan almam. Yarım saat içinde çalışılması gerekirken 2 saat çantamda dolaştı.
Döndük eve geldik.
Akşam yatma saatinde testisleri oldukça kızarık ve şişmişti. Çalıştığım hastaneye gittik. Çocuk cerrahı varmış nöbetçi baktı ve normal olduğunu söyledi. Bize şiş gelmiş. İkna olmuş olarak eve döndük. Küçük adamın ateşi hala vardı ve dr bunu dikkate almadı.
Gece 5 saatte bir ateşi çıktı. Sabah aldım adamı hastaneye götürdüm. Tüm tetkikler yapıldı. Muayene bulguları gayet iyi, hiçbir pataloji yok. Tüm tetkikler tavan yapmış. CRP aşırı yüksek, lökosit aşırı yüksek...
Testislerindeki şişlik için dopler yapıldı, çok zor geçti. Sürekli ağlayan küçük adam, "pipiii, pipiiii" inlemeleriyle geçen 1 saat kadar süreç. Dopler sonucu kanlanma artışı olması nedeniyle başka bir makinede, uzman dr eşliğinde tekrarlanması istenen dopler...Tekrar pipiiii, pipiii yankılanmaları. Sonuç normal çıktı neyse ki. Ama bu defa pipi hassasiyeti nedeniyle 6 saat boyunca içtiği 500-600 cc sıvıya rağmen 1 damla idrar yapmadı. İdrar tahlili yapılmadan ateş ve laboratuvar sonucları için yorum yapılmadı. 6 saat sonunda yaptı küçük adam çişini. Muayenelerin travma yaratmasından korktum ben de. Umarım kalıcı olmaz.
Muayenede testlerin yüksekliğini açıklayan bir bulgu olmayınca FMF takibimizi yapan doktorumuz Dr. Özgür Kasapçopur'u aradım.
FMF atakları sırasında ateşle beraber orşit tablosunun da görülebildiğini ve anlattıklarımın FMF tablosuna uyduğunu söyledi.
1 yaşıma daha girdim...
Çocuğumun hastalıklarını ben nasıl anlayacağım?
Her ateşlendiğinde nasıl anlayacağım ne olduğunu?
Grip bile olsa doktorumuzdan başka kimseye gitmeyeceğiz anlaşılan. Öyle zor ki ayırımını yapmak...
Akşam kulak altı lenf bezinde şişlik başladı. tekrar dr aradım, tonsilit değilse o da FMF atağının parçasıdır, kortizon yapalım dedi. Eve yakın hastaneye gittik, sadece tonsillaları şiş mi değil mi bi bakar mısnız dedim. Sizden tedavi-teşhis istemiyorum.
Nasıl bir cesaretsizliktir anlamadım. Günde yüzlerce hasta muayene eden dr çocuğun tonsillarının şiş olup olmadığına bakmak istemiyor. Çocuğu anlamam diyor...Zor bela ikna edip baktırıyorum, anlayamadım diyor bu defa.
KBB uzmanı baksın diyor, 3. kata gidin.
Gidiyoruz..neyse ki daha vicdani biri, hatta oldukça vicdani yaklaşıyor bize. Tonsillalartı normal diyor.
Özgür Bey'i arıyorum, boğazı şiş değilmiş diyorum. O zaman kortizon yaptırın, şu kadar miligram diyor.
Hastaneler iğne yapmak için dr reçetesi istiyor, bu çok normal.
KBB uzmanına söylüyorum. Doktorumuz bunun FMF atağı olduğunu söyledi ve kortizon yapılması lazım diyorum.
Yapamam diyor, reçetesi olması lazım.
Tamam bir reçete yazın da hemşirelere yaptırayım diyorum.
Yazamam diyor.
Ben sağlıkçıyım diyorum, yanında doktorumuzla konuşuyorum ve anında aktarıyorum teldeki bilgileri.
Buna rağmen yazmıyor reçete.
Nasıl bir korku, nasıl bir güvensizliktir bu anlamadım.
Gölgelerinden bile korkuyorlar.
Kortizon yaptıramadan dönüyoruz eve.
Akşam sekizde ateşi çıktıktan sonra verdiğim ilaçla şuana kadar iyi gidiyor şükür ki.
..............
Kortizon sözü içimi ürpertmişti aslında.
FMF atağı mı yoksa kortizon mu daha çok zararlı diyorum dr.a?
Tabii ki FMF atağı diyor.
Küçük adama günde bir tane kolşisin yetmiyor, bu aşikar artık.
Her FMF atağı vücutta amiloid birikimi yapıyor ve bir süre sonra iç organlarda tutulum yaparak yetmezliğe sebep olabilir.
Daha önceleri standart belirtilerle seyrederken şimdilerde daha spesifik belirtilerle gidiyor. Ne yazık ki hiçbir dr bu hastalığı tanımıyor/ayırtedemiyor.
Lenf bezi şişmesi, orşit tablosu....
Her atakta değişik belirtiler görüyoruz.
Allah sonumuz8u hayır etsin.
Dün Candaş'ın sonuçlarını değerlendiren çocuk doktoru diyor ki:
"Klinik tablosunda enfeksiyon belirtisi yok. Ama CRP-Lokosit çok yüksek olduğu için antibiyotik başlıyorum"
İyi de FMF atağı olabilir bu" diyorum.
"Olsun" diyor, öyle de olsa bu tabloya antibiyotik vermem lazım"
Allahım kimlerin elindeyiz? Bizi doğru insanlarla karşılaştır.
Allahtan sağlıkçıyım da az çok biliyorum, karar sorumluluğunu üstüme alabiliyorum zaman zaman.
Sağlıkçı olmama rağmen yaşadıklarımıza bakın. İş sağlığın ticaretini yapmak olduğunda anasını bile tanımıyor kimse.
Allah herkesin yardımcısı olsun.
.............
Bize gelince...
Ataklarını değerlendirmek ve kolşisin dozunu gözden geçirmek için bugun yarın, birara tekrar doktorumuzu ziyaret edeceğiz.
Hoşçakalın.

12 Mart 2009

SENSİZLİK

http://www.inci-lay.com/data/media/77/www.inci-lay.com_iek1.jpg
Beken'im;
Sensizliğin 2 yılı sarı papatyam.
Hani küçük adamın varlığının 2. yılında demiştim ya, nasıl geçti 2 yıl hiç anlamadım diye.
Az önce doğmuştu oysa ki...
Senin için yazacaklarım ise o yazımdan çok farklı olacak. Geçmek bilmeyen, acılarla kıvrandıran, göğsüme saplanmış bir hançer gibi acıtan, çıkarmaya çalıştıkça da kanırtan bir yara gibi yokluğun.
Geçmişle hesapla geçen 2 yıl.
*****************
Sarı papatyam;
Burası seninle konuşabildiğim tek yer benim için. Yazmak istiyorum buraya, seninle konuşur gibi yazmak.
Biliyorum okuyorsun bunları, konuşuyorsun benimle.
Sayacımın ziyaretçi sayısını değiştirmeden okuyorsun bunları, ruhumla görüyorum ziyaretini. Sayfanın kırmızı çiçekleri arasındasın, ilk günlerdeki gibi.
Geçen yıl sana yazdığım yazı gönlümün acısıyla doluydu. Herkes gönülden hissetti acımızı.
Her okuduğumda hıçkırıklara boğuldum, biraz önce yine öyle oldu.
Acı dolu yazmak istemiyorum aslında, ama acın hala öyle taze, öyle yakıcı ki inkar edermiş gibi görünmek de istemiyorum.
Siz doğduğunuz zamanlarda bir dostum demişti ki:
"Üzülmen gerektiğinde üzül, ağla,
Gülmen gerektiğinde de sevin, coş, keyiflen.
Duygularını yaşarken o anı yaşa, önünü-arkasını düşünme."
Çok haklıydı sözlerinde.
Küçük adamın her güzel anında nasıl coşuyorsam, senin yokluğunun acısında da yüreğimle ağlama isteğimi yaşamak istiyorum.
Tam 180 gün benim vücudumda yaşadın, 50 gün ise hastanelerde, yaşam makinesi denen o cihazda.
Eder 230 gün.
Öyle bütündüm ki seninle...
Daha 12. günündeyken işaret parmağımı sıkı sıkı tutmanı, son günlderinde öptüğüm minicik sağ elinin tadını hala hissediyorum dudaklarımda.
Sizin doğduğunuz tarihlerde 7 yaşında bir kız çocuğu annesinin elinden tutmuş yürürken sokakta, kanalizasyon kuyusuna düşüp yaşamını yitirmişti.
Nasıl yanmıştı yüreğim, ağlamıştım. Hala da ağlarım aklıma geldikçe.
Senin acından sonra hep O'nu düşünüyorum, O yavrunun annesinin acısı nasıl büyüktür diye.
Çocuklarla ilgili her üzücü olay ağlatıyor beni, heryerde ve her zaman.
Anne olmakmış bu, başkalarının acılarını da hissedebilmekmiş annelik.
Ben sizinle tanıdım anneliği, acısıyla-mutluluğuyla. Her iki duyguyu birarada yaşamayı.
***********
Dün akşam bir alışveriş merkezine gittik, küçük adam için çok güzel oyun alanı vardı. Bir sürü de çocuk.
Hepsi kızdı çocukların.
Bir tanesi vardı ki anlatamam.
Küçük adamla yaşıt, sapsarı incecik saçları tepeden toplanmış, ucundaki bukleleri dökülmüş.
İnce-zayıf kikirik bir kız çocuğu.
Baktım...baktım...baktım.
Sarılmak, öpmek istedim O'nu.
Sen gibi.
Yaşasaydın sanırım öyle bir tipin olacaktı.
Ne garip di mi?
Nasıl bir tipin olacaktı onu bile bilmiyorum.
***********************
Sarı papatyam.
Yaşananlar, geçenler öyle birşey ki,seni aramızdan ayrılmana sebep olan olaylar zinciri bir çizgi gibi kafamda.
Çizginin bir noktsasında küçücük, minicik bir kırılma var, sadece seçici bir gözün görebileceği.
Hani elini uzatsan düzeltebileceksin gibi.
Elimi uzatmaya çalışıyorum o kırılmaya, uzatamıyorum. Olmuyor, uzamıyor. Hayat denen kurguyu da yeni tanıyorum şimdi.
Önceden büyük hatalar bile bu kadar onarılmaz olmamıştı. Neden bu küçücük şeyi onaramıyorum?
Sana kan gerektiği söylendiğinde yakın diye gittiğim o özel hastanenin kan bankasına lanet ediyorum. Yakın diye getirdim o mikroplu kanı sana.
Ne tuhaf di mi?
Minicik birşey seni aramızdan ayırdı.
**********************
İşteyim papatyam bugün. yeni işyerimde. Garip garip beni inceleyen insaların karşısında şiş gözlerle oturuyorum.
İnsanın içindekini kimse bilmiyor, anlamıyor. Anlasa da bir faydası yok.
yalnız yaşıyoruz acımızı bu dünyada, herkes kendi payına yaşıyor.
**********************
Seni kaybettiğim günlerde etrafta eğlenen, kahkahalar atan insanları görünce çok şaşırıyordum.
Ben yavrumu kaybettim, dünyadaki en büyük acı diye nitelenen evlat acısını yaşıyorum.
Bu insanlar nasıl gülüp-eğlenebiliyorlar, hissetmiyorlar mı acımı diyordum.
Hani herşey bir şey öğretir ya insana.
Ben de hayatı öğrendim papatyam.
Küçükken bir şey istediğimde ağlayınca gerçelşeme olasılığı yüksekti. Çok ağlarsan, acını paylaşırsan sana yardım edebilecek insanlar olurdu.
Seninle ben bunun hep olamayacağını anladım.
Ağla, kahrol, çığlıklar at... nafile.
Sen gittin, ben ise şimdi büyüdüm.
Büyümek ölümün geri gelmemek olduğunu öğrenmekmiş.
Keşke büyümeseydim, keşke sen de yanımda olsaydın ve küçük adam-sen-ben-baban parklarda zıp zıp zıplasaydık.
Ellerimizi tüm pisliklere soksaydık, sonra da ağzımıza.
Elimizde tutmaktan erimiş çikolatayı saçlarımızın dibine kadar bulaştırsaydık.
Beraber düşseydik yolda, dizlerimiz yara olsaydı, sıyrık sıyrık, üfleseydik acısı hafiflesin diye.
Akşam evde yazsaydım yazımı ilham perim,yani sen yönlendirirdin parmaklarımı klavyenin üstünde.
Ama şimdi işyerindeyim ve ruhum darmadağın.
Şuan saat 10.30...
2 yıl önce doktorunun bizi kahreden telefonu açtığı saat.
************
Sarı papatyam...
Ne kadar zaman geçse de senin yokluğun bizim için hep aynı acıyla hissedilecek.
Senin bizimle kalmanı çok istedik. Gelecekte dönüp geçmişe bakınca çocuklarım için yapabilecekken yapmadığım birşeyin karşıma çıkmasından korkuyorum hep.
Biz bu dünyada elimizden geleni yaparız, ama herşeyi değiştiremeyiz.
Gönlüm rahat mı senin konusunda derlerse bilmiyorum bebeğim.
Gücüm bu kadarına yetti, umarım yapılabilecek herşey benim yaptıklarımdır.
Seni çok seviyoruz minik bebeğim.
Yazının başlığında sensizlik demişim ya, Aslında sensiz değiliz.
Biz hep 4 kişilik bir aileyiz, sen papatyalardan örülmüş bir taçsın evimizde.
Çok güzel ve narin.
****************
Yerin cennet olsun.
Çocuk ve Papatya

09 Mart 2009

AKLIMA GELDİ DE

Biraz önce bulaşık makinesini çalıştırırken aklıma geldi de.
Ben hamileyken ve yerimden bile kalkamazken akşamları kocam yemek yapar, meyve yıkar, suyumu hazırlar, hepsini yakınıma koyardı. Ben oradan alır-yer, sadece tuvalete kalkardım. Bulaşıkları da makineye yerleştirirdi tabii, yıkar-yerleştirirdi onları.
Bir akşam arkadaşlarım geldi, mutfağı toparlamaya girdiler. Bir süre sonra bayılırcasına kahkahalar geldi mutfaktan.
Benim kocamın bulaşık makinesinde yıkadıklarını yerleştirmek istemişler. Bir de açmışlar ki makineyi kahkaha tufanı.
Saklama kaplarını ağızlarını kapatarak koymuş makineye, sımsıkı hem de.
Kapağı olmayanları da düzgün dursunlar diye ağızları üstte gelecek şekilde koymuş makineye.
Üstelik tüm bulaşıklar da kirli.
Kirlilik konusunda aslında ben de önüme gelenlerin kirli olduğunun farkındaydım, ama kocamın şevki kırılmasın diye yorum yapmamıştım. Deterjan lekesi herhalde demiştim.
Arkadaşlarım kocama soruyor, "makineye deterjan koymuyor musun?"
Kocam cevaplıyor:
"Gülay 1 paket deterjanı en başından makineye koyuyor, o bitene kadar tekrar deterjan koymak gerekmiyor bizim makineye" Gülümsüyor
Karnıma ağrılar girdi gülmekten, yooo o zamanki değil, şuankinden, yazarkenki gülmemden bahsediyorum.
.....................
.....................
.....................

04 Mart 2009

BAHARIM SENSİN

Baharı çok çok severim.
Hemen her yıl dört gözle beklerim baharı.
En çok da bundan iki yıl önce beklemiştim, sabırla, dualarla.
Doğum dursun, baharı beklesin istemiştim. En çok istediğim bahardı o bahar.
Bekleyemedik baharı, kış çiçeği gibi geldi bahar çiçeklerim.
Bir bahar günü evime tek güneşle döndüm sonra. Ama yine de sevinçle döndüm.
2 yıl boyunca evde yaşadım baharı, tomurcuklanan çiçeğimi severek, tomurcuklanamayan çiçeğim için üzülerek.
Bu sene de çok bekledim baharı.
Bahar gelsin, güneş düşsün üstümüze diye.
Gri gökyüzü uzun sürdü ve haftalardır ilk kez gördük güneşi.
Bugün işyerimden bir tutkuymuş gibi seyrettim baharı.
Sürekli balkona çıktım, etrafa baktım, insanları seyrettim.
Biran önce eve gelmek istedim, bahar çiçeğimle sokağa atmak istedim kendimi. Sanki çıkış saati gelince güneşim kayıp gidecekmiş elimden gibi korktum.
İş-ev arası 7 km bitmek bilmedi. Saat 5'te evdeydim ve daha kapıdan aldım küçük adamı sokağa attım.
Parka gittik, ayaklarım yerden kesildi. Küçük adamı salıncağa, kaydırağa götürmek istiyordum ama aslında ben de sallanmak istiyordum o salıncakta.
Kaydırakta çığlıklar arasında kaymak, çimenlerde ıslak toprağı hissederek hop hop zıplamak istiyordum.
Küçük adam da anlamış olmalı ki hevesimi yerinde durmadı. Sadece ve sadece çocuğunu mutlu etmek isteyen bir anne olarak mecburen!! zıpladım, koşturdum, eğlendim.
Ben eğlendikçe küçük adam da coştu, O coştukça ben daha çok eğlendim.
Teyzemin "az kalın parkta, çocuk akşam serinliğinde hasta olur" ikazını duymadım, görmedim, anlamadım...
Sitenin etrafını elele dolaştık, patron nereye isterse oraya gittik. Çimleri çiğnedik zıplayarak. Küçük adamın elindeki süt dilimini paylaştık pis ellerimizle.
Cep telefonunun kamerası bile coşkumuzu hissetti, pek güzel çekti fotoları.
Ne güzelsin sen bahar be!!!
İçim kıpır kıpır...
Börtü böcek çimenlerin üstünde gezmeye başladığından mıdır ne?
Görüntü021
Görüntü018
Görüntü016
Görüntü028
Görüntü029
Görüntü026
Görüntü024
Aydede aşkı hep var ya, yine vardı. Gözler gökyüzünde.
Görüntü019
Sakın bizi kandırıp gitme olur mu?

01 Mart 2009

KÜÇÜK ADAM FOTOMODEL OLDU


Photofunia-bcf6d

Photofunia-ba537
Photofunia-b9960

Photofunia-bb8fe

Sevgili arkadaşım Sevda'nın blogunda gördüm ve kopya çektim.
İyi seyirler