13 Aralık 2010

lapak lapak kar yağarken



Lapak lapak kar yağıyormuş, öyle diyor. Kardan kale yapacakmış, heryer besbeyaz olduğunda.
Buz gibi soğukta içim alev alev yanıyor, bir sözün, bir dokunuşunla.
Yılbaşı ağacı süslüyorsun deli gibi. Günde 10 kez takıp-çıkarıyor sonra tekrar takıyorsun süsleri.
Mutfakta yemek yapıyorum, koşarak geldin yanıma. O sarı saçların senden önce zıplıyor ya koşarken, sonra karmakarışık dağılıyor düşündüren organ dediğin beynini taşıyan kürenin her tarafına.
"Yılbaşı ağacını süslüyoydum, biyden biye seni çok sevdiğim geldi aklıma, onu söyyemek için geldim anne" dedin.

Sarılmak, sımsıkı sana, öpmek o dünyalara bedel gülcamili öpmek okşamak yetmedi içimdeki sevgimi sana yansıtmaya. Nasıl bir şeysin sen ya? Bu dünyadan değilsin sen, cennetten geldin bana sen, tüm güzellikleriyle dolu, ışıl ışıl, rengarenk...
Durup durup yüzümü okşuyorsun, " sevdim seni anne".


Defnenin doğum gününü kutladık, 3 yaşına girdi.
Sizi izlemek öyle güzel ki...birbirinizle gayet iyi oynarken birdenbire kavga etmeniz, ağlamalarınız gülmelerinizin gerçekliği büyülüyor beni. Kendinizi kasmadan tüm duygularınızla davranmak....Büyüdükçe unutmak zorunda olduğunuz bir davranış olması üzüyor beni.

Defnelerin yılbaşı ağacını süslemeye davet edildin. cevabın şöyleydi:
"Tabii ki de gelirim, ben ağaç süslemekte çok iyiyimdir".
Nerenden çıkıyor bu laflar anlayamıyorum, sanki daha önce yaşamışsın gibi. herşeyi biliyor da bize öğretiyormuşsun gibi.
Seni hayretle izlemek çok güzel, doyumsuz bir tat.
Bazen neden doyamıyorum sevmelere diye düşünüyorum ama doymamalıyım zaten. Heran yeniden yeniden sevmek seni, yeniden şaşırmak her sözüne çok güzel.

Tombala, kızma biraber,tavla ve satranç hastasısın.
Günde 20 kez tombala oynuyoruz, hepsini de sen çekmelisin. Kendi kağıdından çok bizimkileri kontrol ediyorsun, belki göremeyiz biz yakamyayı diye. Hoş, tombala oynaman işime yarıyor çünkü yemek yediriyorum. Kartında mutlaka 11 olmak zorunda, 11 çıktığında "senin en sevdiğin yakaaammm" diye böğürme zorunluluğumuz var, ardından da sen söyleyeceksin mutlaka. 33 çıkınca 33 diye bastıra bastıra bağırarak gözüme sokuyorsun rakamı, ta ki ben "benim yaşım" diyene kadar. Kapı numaramız, asansörde bastığımız kat numarası vs şeklinde uzuyor hayret çığlıkların.
Bugün okula götürdün tombalayı, sabahtan beri binbirinci tura dönmüş öğretmenlerinle oyun faslın.
Jimnastik kursuna başladın, aman allahım nasıl severek gidiyorsun derslere.

Bu cumartesi kar yağıyordu ve çok soğuktu hava gitmeyelim dedim. "Gidelimmmm" diye çıldırdın, gittin.
"Yaşasınnn, cimnastik okuluna gidiyoruzzz", kapıcıya bile anlttın cimnastik okuluna gittiğini. Öğretmenlerin de çok memnun halinden, çok istekliymişsin ve söylenenleri ilk seferde uyguluyormuşsun. İyi gider umarım hep böyle.
Benim de stresim biraz azaldı sanki bu aralar, 6 ay kadar süren deli dana hallerin kontrol altına alındı, hep suyuna gidiyoruz tabii. Bu senin isteklerinin kabul olduğu anlamında değil tabii, sana sunuş şeklimi değiştirdim sadece, illa kşi olması gereken birşeyin zorunluluğunu sana söylememek ve hissettirmemek gerekiyor. Bunu başarmaya başladım. Mesela diyorum ki sana "hadi diş fırçalamaya gidiyoruz" ... Deliriyorsun...Son 5 dakikan var zaten diyorum.
"benim bir fikrim varrr" diye atlıyoprsun hemen, "önce 5 dakika oynayayayım, sonra da dişlerimi fırçalamaya gidelim, ne deysinnn?"
Allahım bitiyorum bu hallerine, benimle aynı şeyi söylüyorsun ama ille de sen belirlemelisin, sen önermelisin. Hep önde ve lider olmalısın. Hoşuma gidiyor tabii bu halin.
Oldukça sosyal birisin, her ortama giriyor, uyum sağlıyorsun.
Benim vücudumdaki PLEVa denen döküntülerde 2. ayına girdi. Kızamık ve suçiçepği karışımı, tüm vucudumu saran döküntüler...Görenlerin "ayy, ne oldu sana" dedirten cinstendi. Biraz biraz azalmaya başladı, şimdiki derdim de izlerinin kalıp-kalmayacağı konusu tabii. Şimdilik izler var bembeyaz lekeler, umarım yaz gelip güneş ışığıyla kavrulmadan önce geçer izleri de. Yoksa iyice yapışabilir. "Anne ilacını az mı içiyorsun" diye soruyorsun. Fazla ilaç içmemek gerektiğini anlatıyorum.
Kitap okuyoruz ikimizde deli gibi. Ama senin favorin benim kitapların. "Jeff' i okur musun anne?" Seve seve okuyorum tabii.
Sen doluyum yavru kuşum, meleğim benim.
Hee, meleğim demişken geçen "meleğim benim" dedim sana.
"Ben Meyek fiyan değiyim, Candaşım ben" dedin :))

08 Aralık 2010

Sen Olmasan Başaramazdım


İyiyiz iyiyiz merak etme....
Anladım tamam haklısın da, sitem etme bu kadar, canımı acıtıyorsun.
Tamam bir aralar çok yakındık, ayrı duramıyorduk hiç, iyi de sevişiyorduk da ne bileyim olmuyor işte hep sıkı fıkı.
Yapım bu, napim. Sıkılıyorum bir süre sonra.
Yapma ama sil o gözyaşlarını, sevmem ben öyle. Sıkıldım işte dedim ya, çok geçerli bir sebep bu.
Sanma ki düşünmüyoum seni, sanma ki sevmiyorum-özlemiyorum.
He bir de gözden ırak gönülden de ırak oluyor gerçekten. BAzen fazla içli dışlı olmak hastalıklı bir hal alıyor kanımca.
Aslında bunlar cool görünme çabam da olabilir bilmiyorum.
Yazmadım işte hiçbirşey, yok sebebi. Hıı? Anlamadım blogcugum, kim dedin?
Hee, iyi iyi O da iyi.
Büyüyor işte, keyfi yerinde. Koşturuyor deli dana modunda.

..........................

Bir zamanlar çok yarenlik ettik, hayatımın parçasıydın blog. Unutmuş değilim seni, anlatayım yine biraz.
Senin ki iyi, keyfi pek yerinde bu aralar. Cüce boyundan deve kadar laflar üretmeye devam ediyor. Bildiğin bay çene
Geçenlerde kızdım hatta, yeter be oğlum dedim, 30 saniye sus sadece.
"Susmicam işte, susmicam" dedi.
Susma oğlum dedim içimden, az mı bekledik konuşup anlatmanı. Çok şükür dedim.
Ama bu da kafa işte oğlum, almıyor her zaman heyecanlı konuşmaları.
Sağlığını sorma, aynı durumdayız. Geçen hafta akciğer tomografisi çekildi. Prematureliğe bağlı kapasite azlığı düşüncesiyle. Yogu bakım kabusu adıyla BPD... Dr teşhise yazınca gözlerim afalladı, o ne ya? şeklinde.

Premature ama, entube kalmış dedi. Kıvırdı sonra tomografiye yol gostersin diye yazıyorum gibisinden.
Olsun, ne isterse yazsın, şeyimde bile değil. Benim oğlum kahramanım benim.
Ona sorarsan şöyle der:
"Ben süper kahraman filan değilim, sadece süper şapşalım"
Ne yazık ki çizgi filmlerde böyle laflar da geçiyor zaman zaman. Ben duymadım da o söyledi, TV den duydum diye.

Gülüyorum işte, çok da hanım evladı olmasın bari diyorum.
Tomografi sonucu pek iyi çıkmadı aslında, ama dr 25 haf. göre iyi bir tomografi dedi.
Çok şükür...
Solunum yollarıyla barışığız zaten bu aralar. Havalar da şansımıza iyiydi tabii.
Rakamlarla akraba bu aralar.
Tomografiye giderken dedim ki:
"Oğlum hiç hareket etmeden durman gerekiyor, akciğerlerinin resmi çekilecek, 60'a kadar sayacaksın bitecek"
Kocaman gözlerini açtı ve dedi ki:
"Peki İngilizce mi sayacam Türkçe mi?"
??????????????????????????
Yorumsuz aldım, nefesim tutuldu, gözümün önünde iki sahne sadece:

Biri doğdugunda hemşirenin elindeki siyah salyangoz kabuğu
Ve otistik veya mental retardasyon olabilir dediklerindeki ayakta öylece boşlukta kalakalışım....
...........
Koca gözlü oğlum benim.
Biliyormusun blogcuğum cimnastiğe başla bacaksız. Manyak oldu iyice, öğretmeni beğeniyor, diğer ailelerin yanında söylemesi ticari kokudan da uzaklaştırdı beni. Sevindim...
de.... evde sürekli şimdi şöyle yapacaksın...şimdi de böyle...şimdi zıpla...yukarı çık...şağı in...şeklinde asker de etmese bizi daha mı güzel olurdu?
Yok be, yorugunluğuma değecek güzellikte.
Saklanıyoruz, yakalanayıoruz, koşturuyoruz..sürekli ve aralıksız
....
Büyüme hormonuyla hala barışamadık. Büyümüyor, 1,5 kg, 90 cm ve neredeyse 4 yaşında.
Dr tedavi başlamak istemiyor. Diyor ki:
"Vücud kendini dengelemeye endekslidir. Biz hormonla 1 yılda 12 cm uzatırsak ve hormonsuz 7 cm uzayacaksa, 1 yıl sonra vucud kendini dengelemek için 7 cm yerine 4 cm uzar ve ortalamada aynı boya ulaşabilir"
Sadece 1,5 yıl sonra aokuluna başlayacak.. Şaşırma öyle...Ben de garipsiyorum, zaman nasıl da geçiyor.
Okul döneminde biraz büyüsün istiyorum. Şuan kendinden büyük çocukları ısırma huyu devam ediyor, sebepsiz yere hem de. Ama ona sorarsan hep geçerli sebep var:
"Tolga dünyanın güneşin etrafında nasıl döndüğünü elleriyle anlatamıyormuş, İpek selpakı kullanmadan önce elinin içinde sıkıp partiküllerini patlatamıyormuş, Levent tombala oynamayı bilmiyormuş vs vs vs"
Birine kızdıında söylediği kötü söz "küçüksün sen, hem de çok küçüksün"
Bu da geçecek biliyoırum. GÜleceğim bu yazdıklarıma bir zaman sonra.

*************
Tiyatroya takılıyoruz bir de, her pazar gidiyoruz genelde. Çok seviyor, cimnastik ve tiyatro deyince çığlıklar yükseliyor evde:
"Yaşasınnnnn"
Aşığım ya ben, çok çok fena hem de. Ama biliyorum O da bana aşık :)))
Sesini tiz tonuyla
"Sen oymaşan ben hiçbişey yapamajdım anneeee" diyor şımaracağı zaman.
Blogcuğum uykum geldi, Ben gider ufaktan
Hadi tatlı rüyalar



28 Ekim 2010

İtiraf Ediyorum Sevgili Blog


İtiraf ediyorum sevgili blog,
Hani sana son zamanlarda sık sık söylediğim bir konu vardı hani, yazamıyorum buraya artık diyorum, vaktim yok diyorum ya hani. İtraf ediyorum yalan söyledim.
Zamanım var tabii iki satır yazmaya, ama ne zamanraya güzel birşeyler yazsam genç adam akabinde hasta oluyordu. Nazar değiyor kuzumadeek önce foto koymayı, sonra da yazmayı bıraktım. Düne kadar, dün yazdım hiefena olmayan haberlerimizi. Sonra ne oldu biliyor musun?

İşte bu oldu.
Ateş, boğulurcasına ökürük, ventolin, pulmicort...

26 Ekim 2010

Bi' Garibim Bu Aralar


Bi' garibim bu aralar sevgili blog.

Senin küçük adam var ya hani, pardon O duymasın küçük adam dediğimi, kızıyor. Büyük adammış O, genç adam diyoruz biz de, orta yolu bulduk. Öylle agresif öyle manyaktı ki tüm yaz sezonu boyunca ve son 2 haftaya kadar.

Sürekli böğüren, vuran-kıran, tırmalayan ısıran, herşeye muhalefet ama öyle tipik çocuk muhalefeti değil...Şımarık, arsız, lafdan sözden dinlemez...
Ben ki çocuğuma hiç el kaldırmayan anne olacağım derdim hep, asla idi benim için.

İtiraf ediyorum sevgili blog, yaptım.
2 haftadır daha iyi. Anlaşalım söz işe yaramaya başladı, "ıııı, bi' fikrim" şeklinde çıkışlarla kotarmaya çalışlyıoruz. Amerikayı yeniden keşfetmiş gibi yani.
Boyundan çokkk büyük laflar ediyor.

"Ben küçük bir çocukken" diye başayan hikayeler anlatıyor. Büyümüş salak da, ben küçük bir çocukken diye hikaye anlatıyor.
Kreşin belalısı oldu. Bugun arıyor Ayşe Anne, ama telefonun ucunda benim müstakbel gelin Zeynep vardı. İçini çeke çeke başladı konuşlmaya:
"Candaşın anneesiiiii, Candaş var ya benim tepeme çıktı, ayağıma bastı, bi de yapma Candaş dedim ama o yine de yaptı, saçıma bastı"
Evet şikayetler başladı. Zeynebimin durumuna çok üzüldüm ama o hali telefondakivar ya hani, gülmemek için zor tutuyorum kendimi.

"Benim de sözümü hiç dinlemiyor biliyor musun Zeynep dedim. Ne yapacağımı şaşırdım ben de.
"Düşünme cevası vermelisin O'na" dedi
Haklsıın dedim, ama daha önce denedim işe yaramıyor, daha da yaramaz oluyor dedim.
"O zaman hamurla oynamama cezası verebilirsin, çünkü Candaş hamuru çok seviyor"
Çok iyi fikir dedim, bunu deneyeceğim.
Tatmin oldu poposu ısıralısı kuzucugum.
Zor, hem de çok zormuş çocuk yetiştirmek.

Ne zaman paramız yok desem mesela cevap standart,
"Benim kum paramda bissürü para var, kullanabilirsin"
O para da ne praymış bitmek bilmedi gitti.
Bu sabah işle evin tam ortasında kakam geldi diye ağlamaya başladı. Az kaldı okula desem de acıyor, kaçıyor diye ağlıyor. Ara sokaklara girip, bir fırının önünde durdum. Koşa koşa gittik, ama titiz beyefeituvaleti kullanmamıza izin vermedi, müsait değilmiş, türkçesi tuvaleti bokgötürüyor, o hali,ni görürsen 7 sülalen benden ekmek almaz demekti. Çocuk alına sıçacak dediysem de laf anlatamadım. Poşet ver bari dedim, fırının kapısında poşete kaka yaptırdım yavrucağıma. İshal olmuş, iyi bile tutmuş o saate kadar.
Her sabah gimicemmmm krizi başlı başına cinnet sebebi.
Her sabah standart "okuya gitmek iştemiyoyummmmmm"
Ama iyiyiz bu aralar.
Sağlık sorunlarını da yazayım biraz sevgili blog.
Tüm yaz boyunca 2,5 ay süren astım krizleri yaşadık. Ösürük-hırıltı-burun akıntısı...Öksürük dediysem tık..tık diye düşünme. Geceleri sabaha kadar boğmaca krizleri şeklinde sürdü. TAm azaldı derken 2 gün sonra tekrar...tekrar şeklinde geçti.
Bu süreçte 3 doktor değiştirdik. 3. de tam dişime göre buldum. Doğum hikayesi benimle aynı olan, ikizlerinden birini kaybeden ve diğeri 2 yaşında olan bir anne öncelikle. Candaşı anlatınca yerinden kalkıp bana sarılan bir profesör... Parasıyla değil mi yapar diyorsan eğer sevgili blog değil diye cevap veririm ben de. Parada pulda işi olmayan bir insan. O kadar diyeyim yani...Çocuk göğüs hastalıkları uzmanı.
Aslında yoğun bakım doktorumuz Pınar Dayanıklı'nın önermesi, Çocuk romatologumuz Prof. Dr. Özgür KAsapçopurun arkadaşı olmasından da böyle bir kşilik çıkacağını tahmin etmeliydim. Bu sayede genç adamın tüm doktorlarını kafama göre ve tabii genç adamın tedavisine göre de toparlamaa başladık sanırım. Çocuk endokrin konusunda da kendi çalıştığım hastanenin dr favorim şuanda. O da Pınar Hanım.
Öksürükler sonunda kontrol altına alındı, umarım böyle kalır.
FMF atakları ortizon ile kontrol altında, şimdi daha iyi anlıyorum ki ne işkence yaşamışız 3,5 yıldır. Kortizon yarım doza bile düştü, ama sanırım bu dozda biraz kalmamız gerekecek.
Büyüme konusunda ise ilerleme yok ne yazık ki. Yeme sorununu epey çözdük, sözler ve güzel iletişimle yolunda gidiyor. Ancak ben asabi olursam yemeği unutmam gerekiyor. Yemesi iyi ancak büyüme yok.
4 yaşı bitecek ama hala 10,5 Kg ve yeni 90 cm ulaştı. Büyüme hormon tedavisi konusunda Pınar Hanıma bıraktım kararı, ona güveniyorum. Öyle mantıklı güzel açıklıyor ki herşeyi, daha ne isteyeyim.
Kemik erimesi için 2 aylık tedavi bitti, devamedeli,m dedi doktorumuz. 1 kutu daha bitsin, tekrar ölçüm yapalım dedi. Umarım güzel sonuçlar alırız.
Blogcugum onca aradan sonra bu kadar yeter sanırım. Sonra gene yazacam.

24 Ekim 2010

Güçlü Kadınlar


Çok beğendim.... bilip de söze dökemediklerimdendi. Burada yayınlamak istedim.
GÜÇLÜ KADINLAR
Güçlü kadınlar vardır, her işlerini kendileri halletmeye çalışan.. Anne babaları tarafından böyle ye...tiştirilen. Onlar kendi paralarını kendileri kazanmak isterler. Evdeki tüm tamirat, tadilat işlerinden anlarlar. Bir erkeğe mecbur kalmadan da hayatlarını devam ettirebilirler. Faturalarını kendileri yatırırlar. Hemen hemen tüm işlerini kendileri yaparlar. Hatta etraflarının yükünü de üstlenirler. Özgürlüğü severler, dik durmayı da, güçlüdürler çünkü...

Âşık olduklarında hissederek yaşarlar. Aşklarına kurallar koymadıkları gibi büyük beklentilere de girmezler. Sevdiklerine problem çıkarmazlar. Bütün gün çalışıp durduktan sonra, akşamları yorgun da olsalar sevgilileri buluşalım dediğinde, hemencecik hazırlanıp sevgililerinin onları evden almalarına gerek kalmadan, o her neredeyse onun olduğu yere giderler.

Çoğu zaman sevgililerinin ya da kocalarının haberi bile olmaz yaşadıkları sıkıntıdan, yansıtmazlar çünkü. Para var mı, işyerinde sıkıntı mı oldu, birine canı mı sıkıldı, hiç bunlarla yormazlar birlikte oldukları erkeği. Çünkü istemezler kimse onlara acısın. Sonra da bir bakarlar ki, bu kadar dik durmanın ve sorun çıkarmamanın karşılığında gerçekten de kimse onlara acımaz. Bu durum zamanla gelenekselleşir ve acınmama ile sorun çıkarmama hali yaşam tarzına dönüşür. Ezkaza dayanamayıp sorunlarını paylaşmaya kalksalar, bu sefer de sorunlu kadın, kaprisli kadın, tahammül edilmez kadın damgasını yerler. Bu yüzden de terk edildiklerinde bile hiç seslerini çıkarmaz bu güçlü kadınlar! Terk eden erkek de bilir onun ne kadar güçlü olduğunu ve onsuz da yaşayabileceğini, içinde yaşadığı fırtınalardan bihaber. Sonra bir dosttan, eşten, ya da tanıdıktan duyarlar ki onu terk eden erkek gitmiş, muhtaç yaşamak zorunda olan biriyle beraber olmaya başlamış. Erkekler çok severler böyle kadınları. Birinin ona muhtaç olduğunu görmek bir çok duygusunu okşar erkeğin. Onlara kendini erkek gibi hissettirir! Bu zayıf kadınlar erkeklere bağımlıdır.

Mesela fatura filan yatıramazlar, anlamazlar çünkü. Nereden yatırılır onu da bilmezler. Ev ya da yemek alışverişi de yapmazlar, çünkü taşıyamazlar onca torbayı. Hep yorgun olurlar, bütün gün spor salonları, kuaför, o mağaza, bu mağaza gezerler. Akşama yemek yapmaya fırsat bulamazlar. Akşam eşleri eve geldiğinde, bugün nereye yemeğe gidelim, diye sorarlar. En kötü ihtimal dışarıdan yemek söylerler. Zayıf kadınlar doğurdukları çocuğa bakacak gücü de kendilerinde bulamazlar, pamuklar içinde yaşamaya alışmışlardır bir kere. Kendilerini hep altın tepsi içinde sunarlar. Huysuzluk da ederler, ama bu erkeğin hoşuna gider, çünkü kadın ona muhtaçtır, söylenmeyen güçlü kadının aksine, hiçbir şeyi beğenmedikleri gibi devamlı da mutsuzdurlar. Pek teşekkür etmezler, kıskançlık krizlerini de severler Kocasının ve sevgilisinin hayatlarını karartırlar. Erkekler bu kadınları asla terk edemezler. Çünkü o güçsüz, kırılgan bir kadındır. Ayrılırsa kurda kuzuya yem olur. Koruyup kollanmalıdır her an o!.

Zayıf kadınlar hiç çökmez, buruşmaz ve yıpranmazlar. Ancak işin ilginç yanı her zaman daha değerli olanlar da onlardır. Ve geride kalan güçlü kadınlar tüm bunların nasıl gerçekleşebildiğine sadece bakakalırlar.

Alıntı: AYLİN KOTİL SARIGÜL

10 Ağustos 2010

İki Elin Yakamdaydı

Canlarım,

Sizin için açtım bu blogu, önceleri yazdım herşeyi, konuştum sizinle.

Zaman geçtikçe boşladım, sebebi nedir bilmiyorum aslında.

Zamansızlık değil aslında, her ne kadar ona sığınsam da.

Candaş oğlum;

Artık epey büyüdün. Fiziksel olarak değil kastım, mental olarak söylüyorum.

Konuşman, hayal dünyan, somut kavramların, hele ki muhakeme gücün oldukça iyi.

Muhakeme hayatta en önemli şeylerden biri bence. Her insanın kendinde araması gereken bir özellik.

Dil gelişimin oldukça iyi. Tam bir bahane makinesisin. Yaptığın her olumsuz durum karşısında neden diye sorduğumda anında uydurduğun bir hikayen var, biz ağzımız açık dinliyoruz sadece.

Sayılar, rakamlar, harfler konusunda oldukça iyisin.

Arada takılsan da 88'e kadar sayıyorsun (kapı numaramız :))

Toplama yapmaya başladın, parmaklarınla ve oyuncaklarını gruplandırarak toplama-çıkarma yapıyorsun.

2+3 beş eder diye tespit ettikten sonra 1+4 de beş ediyor anne diye inanılmaz heyecanlanıyorsun. Tam bir öğrenme makinesi gibisin.

Okulda ingilizce dersiniz yok henüz ama sayıları ve renklerden bazılarını biliyorsun.

Hatta geçen yumurcak Tv de Büyük Rahat Koltuk programı çıktığında bir baktık jenerik müziğini baştan sona ingilizce olarak söyledin.

Gittiğimiz yerlerde otopark numarası, kaçıncı kat olduğu senden sorulur.

Geçenlerde seninle bir AVM gittik arabayla, baban sonradan minibüsle geldi. Sizi bıraktım orada ve dernek toplantısına gittim. Tabii babanla arabanın yerini konuşmayı unuttuk.

Bana da ulaşamadı baban sormak için.

Sen demişsin "Tuyuncu yenk, dedenin "de" si, 6 numaya".

Bingo....

Hafızan çok kuvvetli. Hiçbirşey unutmuyorsun.

Bugünlerde aşırı şekilde boyuna takmış durumdasın. Okulda arkadaşlarınla arandaki farkın iyice farkındasın. Arkadaşlarından kimisi seni küçük olduğun için dışlamaya başladı, sen küçüksün diyorlarmış sana.

Çok sinirleniyorsun, hatta sana küçük diyenleri başka zamanlarda sudan bahanelerle dövmeye başlamışsın okulda.

Kız tavlası, erkek tavlası ve satrancın taş dizmini öğrendin. Kız tavlasında usta oldun, artık saymadan biliyorsun yerlerini.

Erkek tavlasını da epey ilerlettin.

her saniye tavya oynamak istemen bizi mahvediyor sadece.

Kendinden büyük çocuklarla oynamaya bayılıyorsun, onlar da seninle oynamayı çok seviyor. havuzda ve lokalde seni görüklerinde hemen alıyorlar seni aralarına.

geçen lokalde kağıt oynayan bir abi grubunun yanına oturdun hemen, sana da kağıt verdiler. Biz yanına gitmedik, sen abilerin anlattıklarıyla gayet güzel, onların oyunlarını bozmadan oynadın. Seni aralarına almalarına bayılıyorsun.

Geçen parkta 1-2 çocuk (5-7 yaş arası) sıska diye dalga geçmişler seninle.

Daire oluşturup alkış yaparak sıska sıska diye şarkı söylemişler, sen de oyun sanıp aralarına katılmaya çalışmışsın, aslında seninle dalga geçiyorlarmış.

baban seni uzaklaştırmış oradan ama sen ağlamışsın.

"Ben de onlarla şarkı söyyemek istiyoydum ama" demişsin.

Çok üzüyor bu durumun bizi.

Umarım yaşıtlarına ulaşırsın görünüm olarak da.

Hastalıklar konusunda hala sıkıntılıyız.

FMF atakların çok artmıştı, öyle ki 3-4 günde bir ateşleniyordun. İlaçlara rağmen...

Kortizon kullanmaya başladık. 2 aydır ateşlenmiyorsun. Ancak yemek yemene rağmen büyümen durdu yine.

Endokrine gittik, başka bir dr bu defa.

Büyüme hormon tedavisine başlanması gerekli dedi, ancak kortizon kullanırken çok zor, cevap alamayız tedaviye. Kortizonu kesmek lazım.

İki ucu ..oklu değnek...Kortizonu kesemiyoruz çünkü FMF atağı geçiriyorsun, ancak kontrollu olarak düşü,rmeye başladık.

3/4 kulllanıyorsun suan, iyi gidiyor. Bu hafta tekrar kan tahlilleri yapılacak ve onun sonucuna göre belki 2/4 düşecek.

Kortizon kemik erimesi de yapıyormuş, onun için de kemik yoğunluğu ölçümü istendi, Cerrahpaşada yapılıyormuş çocuklar için, bir ara oraya da gideceğiz.

Yeni birşey daha öğrendim bu arada.

Senin doğduğundan beri teşhis edilemeyen FMF ataklarında hep CRP-Sedim yüksekti, tam 3 yıldır normal seviyesini görememiştik hiç. Hiç kimseye de anlatamamıştık. Sağolsunlar bu çocuğun CRP neden bu kadar yüksek diye kimse sorgulamadı, beni psikopatlıkla itham etti birçoğu da.

Meğer bunca zaman CRP-Sedim yüksekliği de kemikler üzerine zarar veren bir faktörmüş.

Herşeye lanet okuyup tek tek hesap sormak istiyorum herkese.

hamileliğimden beri ahkam kesen her dr lakaplılara hesap sormak istiyorum.

Neye yarar diyorum sonra.

Hiçbirşeye...

Kendimi parçalamaktan başka işe yaramaz, bu da moral bozukluğu ile bundan sonra yapılacakları düşünmeme engel olur.

Bu hafta yapmam gerekenler:

-Özgür Bey aranacak ve kemik yoğunluğu için yol göstermesi istenecek

-10 gündür süren öksürüğün için dr gidilecek

-Endokrine gidilip büyüme ile ilgili testlerin yazdırılacak

-FMF ve kortizon ayarlaması için kan verilecek

-Tüm bunları yapacak güçlü bir anne aranacak....

********************************

Dün bir arkadaşımızla bir tartışma yaşadık.

"Siz kızınızın ölümünü sorgulamadınız" dedi.

"neden hesap sormadınız, dr hatası yokmuy du?"

Doğruydu, sorgulamadık.

Bir faydası olmayacaktı çünkü, giden gitmişti. Kendimizi parçalayıp hesap sorma yoluna gitseydik küçük adamla koşturacak gücümüz ve moralimiz kalmayacaktı.

Bir canımız daha vardı ve onun bize ihtiyacı vardı.

Akıl hastası bir anne olup çıkma riskim vardı, ki bu durumda ne kendime ne candaşıma faydam olurdu.

Sorgulamadık doğru.

Dedi ki o arkadaş "siz özel hastanedeydiniz, para sorununuz vardı. Para sorununuz olmasaydı sorgulardınız"

Yüreğimin ta içine hançerler saplandı.

saplanmakla kalmadı kıvrıla kıvrıla parçaladı tüm organlarımı.

Doğum yaptığım hastane yetersizdi yoğun bakım konusunda. Kızımın durumu oğluma nispeten daha iyiydi. Oğlum kötüleşti, ölüyor dendi. Ne pahasına olursa olsun en iyi hastaneye gidebilmeliydik.

telefonda nakil için konuştuğum dr olası fatura hakkında bilgi veriyordu, "en az 100.000 TL " diyordu.

Veremezdik bu parayı. İndirim yollarını aradım, buldum.

Bu defa fiyat düşünce hastanede boş olan yataklar doluverdi bir anda, yerimiz yok dendi.

Ağlıyordum, kahroluyordum, o dönemim kara kuru Candaş oğlanı ölüyordu, telefonda konuştuğum başhekime yalvarıyordum alın oğlumu" diye.

Aldılar.

herşey yoluna girdi.

Onun alınmasının daha sonra bana büyük pişmanlıkla yaratacağını bilemedim.

6 gün sonra alındı daha iyi durumda olan sarı papatyam.

Ama artık daha iyi değildi, hatta oldukça kötüydü.

Kötü hali hiç daha iyi olmadı, hep daha kötü ve en kötü oldu.

İşte tam 3,5 yıl sonra dün dank etti kafama.

O arkadaşımın "siz kızınızın ölümünü sorgulamadınız" sözü.

Doğru, sorgulamamışız.

Dün akşamdan beri kendimde değilim.

Tüm gece sarı papatyamın iki eli boğazımdaydı,

"Benim ölmeme neden izin verdin?" diyordu. Benim halime bakmadan sadece bunu söylüyor bana sürekli ve gözünü ayırmadan.

Ölmene izin mi verdim sarı papatyam bilmiyorum.

Düşünüyorum dünden beri ve evet o arkadaşım da haklı, dünden beri bana hesap soran sen de haklısın.

En başından doğru dürüst bir hastanede yatmadım, doğru doktor elinde takip edilmedim. Kendine komplikasyonlu gebelik vakası alarak deney yapan doktorun elinde kaldım ve doğurdum

Tutamadım sizi karnımda. Oysa kadının doğasında vardır 9 ay 10 gün tutar yavrusunu, ben tutamadım.

Kendime hiç dost edinmemişim 30 yıllık ömrümde.

Tuvalete bile kalkma iznim olmadan, hiçbirşeyin farkında olmadan, kulisi duymadan yattığım o vasat hastanede "hadi kalk başka hastaneye gidiyoruz" diyen bir dost bile kazanamamışım.

Doğumumda içeri bile sokmayan devlet hastanelerinden sonra parasını konuşmadan en iyi hastaneye gitmeyi düşünemediğim için hatalıyım.

Sizi para yüzünden başka hastaneye götüremiyorken, hamileliğim boyunca sizin yaşamanız için parayı hiç düşünmememi söyleyen ve siz daha 3. gününüzde ve ben ağlıyorken bizden yazlık yapmak için arsa parası istemeye gelen akrabalarımı evden kovmadığım için hatalıyım.

Ben doğum sonrası 4. günümde ilaçlar nedeniyle kasılmış ve yürüyemiyorken beni hastane sandalye oturtup chec-upa giren akrabalarımı kovmadığım için hatalıyım.

Sarı papatyamı kaybettikten sonra "sana ihtiyacım var, lütfen yanıma gel" dediğim halde ahırdaki ineklerinin daha çok ihtiyacı olan akrabamı hayatımdan silmediğim için hatalıyım.

Bacaklarım kasılıp yürüyemezken süt pompası almak için AVm ye girdiğimde, sözde bize yardıma gelip AVM de mağaza gezmeye dalıp kaybolan akrabalarımızı kovmadığım için hatalıyım.

Çocuklarımız ölüm döşeğindeyken "düşünmeyin parayı, onca insan 3-5 toplasak epey birşey ortaya çıkar" diye düşünüp hareket edecek bir akraba topluluğuna sahip olmadığımız için hatalıyım.

Hastane değiştirirken var olan yerleri, "biz bu parayı ödeyemeyiz" dediğimde biranda doluveren hastaneye hesap sormadığım için hatalıyım.

100.000 TL yi duyduğumda umrumda bile değil, hırsızlık yaparım, başka şey yaparım demeyip fiyat pazarlığına girdiğim için hatalıyım.

Şimdi deseler miktarı bile dinlemem, hemen alın çocuklarımı derim sadece.

Gözümü kırpmadan o parayı kazanacak her şeyi de yaparım.

Affet beni bebeğim, affedin beni bebeklerim.

Ben de sizinle birlikte büyüyorum, 30 yıl bir yana şu 3 yıl bir yana. 3 yılda öğrendiklerimi hiçbir yerde öğrenemezdim.

Pişmanın çok.

O arkadaşımın dediği gibi "parasını tam ödeseydiniz bunları yaşamazdınız, hesap sorardınız, sorgulardınız".

Hadi güzel bebeğim çek ellerini boğazımdan, hatalıyım biliyorum. Çok haklısın. Sen çeksen de ellerini ben affedecekmiyim sanıyorsun kendimi..

Asla...

Sen içimde büyüyemeyen çiçeğimsin benim.

Sarı papatyam.

Çok istedim seni de desem, çok seviyorum seni desem, hayalimdin desem...

Ne fayda...

Affedin beni çocuklarım.

Ben sizden daha güçsüz, daha zayıf, daha akılsız küçük bir kız çocuğuyum.

Zorla büyütülmeye çalışılan.

17 Temmuz 2010

Mutlu Bebekler ve Çocuklar


Dr Harvey Karp gelişimsel pediyatrinin son 25 yıldır dünyada en çok izlenen, okunan çocuk uzmanı. Özel tekniklerle anne babalara bebeklerini ve çocuklarını daha iyi anlamalarını öğretiyor. Örn 1-5 yaş arası çocukları evcilleşmemiş mağara adamlarına benzetiyor. Bu yaş gurubuna trafik işaretleriyle yaklaşlabileceğini belirtiyor. Sınırlarını belirlerken zararsız durumlarda YEŞİL, sıkıntılı ve sinir bozucu durumlarda SARI, sınırlarını kesin belirlememiz gerektiğinde de KIRMIZI ışık yakmamız gerektiğini söylüyor.





1 milyondan fazla kitap ve DVDleri satılmış olan bu hekimin söyleşisine bekliyoruz.

15 Temmuz 2010

Pardon Bu Sonuç Oğluma Ait Değil Sanırım?




Aynen böyle demek istedim tahlil sonuçlarını aldığım bankoya.
"Yanlışlık oldu galiba, bu sonuçlar Candaş'ın olamaz?"
"Neden?"
"Lökositler normal, CRP normal, Sedim bile normal, olamaz ki?"
Bu küçük adam 3,5 yaşında ve ben 3,5 yıldır böyle bir sonuç görmedim.
Ama gerçekmiş sonuçlar.
Kullanmak istemediğim, kendimi paraladığım, olmasın ya doktor dediğim günlük 5 mg. lık kortizonun sonucu işte böyle oldu.
2007, 26 Haziranında ilk FMF atağını geçirdiğinden bu yana ilk kez 35 gün boyunca atak geçirmedi.
Çoğu anne çocuğu ayda bir ateşleniyor diye dövünürken biz 1 aydır ateşlenmedi diye şampanya patlatacağız. Herkesi arıyorum, "biliyor musun Candaş bir aydır ateşlenmedi" diye.
Kortizon korkumuz toplumsal bir korku halini aldı galiba.
"Bu kadar düşük dozun zararı olmaz. Geçirdiği FMF atakları daha fazla zarar verebilir" diyen doktorumuz prof. Dr. Özgür KASAPÇOPUR sayesinde bu 1 ay şaşkınlığımız.
Son 3 aydır ataklar 3-4 güne kadar düşmüştü zira ve beynimde alev topları kovalamaca oynuyorlardı.
Umarım çok uzun zamanlar geçer böyle.
Belki 1 yıl sonra "1 yıldır ateşi çıkmadı" hiç diye anlatacağım günler de yakındır.
Buraya yazıyorum diye değil, herkese zaten anlatıyorum diye yazıyorum, bizim en büyük şanslarımızdan biridir Özgür Bey. Çevremde ateşi çıkan her çocuk annesine "Özgür Bey'e gittiniz mi?"
Bu vesileyle doktorumuza tekrar teşekkür.
Yıllar sonra da güzel sonuçlarımızı alırız inşallah.

16 Haziran 2010

Tüpten mi Çıktın?


1 yaşıma daha girdim desem hafif kalır.
10 yaşıma daha girdim, oldum mu 43.
Küçük adamın ateşlerinin ardı arkası gelmiyor.4 gün, 5 gün, 7 gün....ne sınır var ne düzen.
PHAPA değil öyleyse. Diyor ki FMF'e bağlı. Steroid başla.
Başladık. 8. gün ve ateş yok şuana kadar.
Bugün kontroldeydik, diyor ki tüp bebek doğaya karşı gelmektir ve hastalıkların seyri doğal yoldan olan bebeklerden farklıdır.
Şimdi bir de buradan yakın...Kortizon günlük kullanılıyor, FMF ilacı kilosuna göre 2 tına çıkarıldı. Kıçındaki cırcırı durdurabilene aşk olsun.
Kortizon kullanırken çocuğumu büyütebilene, boyunu uzatabilene de aşk olsun.
*****************
Son 10 gündür anne kapsama alanı dışında. Aradığınız kişi şuanda kafayı sıyırdı, lütfen birkaç ay sonra tekrar arayın.
*************
Yıl sonu gösterisi vardı, harika ötesi süperdi. Mest etti küçük adamım bizi. Kovboy oldu, kafkas oynadı, solo dansı vardı. Yoğun alkışlar karşısında 2. soloya da çağırdı Hasan Öğmetmenim hatta. Çok güzeldi ama diğer taraftan küçük adamın bu kadar talep alması aynı yaş grubu arkadaşlarının omuzlarına kadar gelmesi nedeniyle bebek grubundan kaçmış bir firariye göre performansının çok iyi olması mıydı acaba?
Yok canım diyenlere servis dışı olduğumu hatırlatayım.
*******************
3 yaş göz komntrolü de vardı bugün.
Bu çok iyiydi, herşey yolunda, güzel. 25 haftalık çocuğa göre şaşırılacak kadar iyiymiş hatta (aman nazar değmesin).
Göz polikliniğine girip te etrafta göz resmi bulamayan küçük adam arşınladı heryeri defalarca ama göz resmi yoktur hiç.
Gel de cevapla şimdi neden göz resmi yok burada. Pası doktor abiye attık tabii.
O da yıllardır çalıştığı yerde göz resmi olmadığını farketmişl oldu bizimki sayesinde.
Göz anatomisi üzerinde gözün arka kısmı, göz damarları ve görme fizyolojisini anlattı bizimkini.
Benden daha iyi anladığına kalıbımı basarım. Hastaneden çıktığımızdan beri göz damarlarının ve arka kısmın resmini çiziyor, evdeki renkli kırlentler yerlere dizilip gözün arka kısmı yapılıyor.
Küçük adamımla hayatımda güzel şeyler daha fazla.
İyi ki beni anne seçmiş benim küçük büyük adamım.

31 Mayıs 2010

Erken Doğurana Doğum İzni Yok


Çalışan anneler için doğum izinleri var tabii.
Doğum öncesi 8, doğum sonrası 8 hafta.
32. hafatya gelip te sağlıklı olan anne adayı 5 hafta daha çalışıp o haftaları doğum sonrasına aktarabiliyor.
Doğum sonrası 13 hafta izni oluyor böylece.
Tabii erken doğurmadıysa....
Ben ikiz gebe oldgumdan 10 hafta doğum öncesi iznim vardı. Ama 25. haftada doğurunca yandı bitti kül oldu...
Öyle ya kim dedi ki bana erkenden doğur diye...
Doğum sonrasına kaldı 8 hafta...
Kızımı kaybettikten 1-2 gün sonra iznim bitti, Candas hala yogun bakımdaydı ve işe döndüm. 1 ay çalıştım. Sonra postpartum depresyonlar ve 1 aylık yılıık iznim ve akabinde 1 yıldan fazla ücretsiz izin kullanım.
Sağlık problemi olan bir çocugu bırakıp işe nasıl dönülebilirdi ki?
Fizyoterapiler, otizm şüphesiyle gidilen bireysel eğitim, nörolog-göz-neonotolog takipleri arasında işe dönmek gibi bir lüks olamazdı zaten.
Tüm bunlara para yetiştirmeye çalışırken ücretsiz izne ayrılmak da cabası.
1500 gram bebekle eve çıkıyoruz ama yasalar zamanında doğan sağlıklı çocuklar için verdiği izinleri bize hiç vermiyor. HAtta elimizdekileri de alıyorlar.
Şimdi bunu yasal değişiklikle değişltirmeye çalışıyoruz. El Bebek Gül Bebek Derneği nin öncülüğünde ilgili yerlere yaşadıklarımız anlatan ve doğum sonrası izin isteyen mesajlar gönderiyoruz.
Ben de bu konuda mağdurum diyenler veya birgün mağdur olmayacağının asla garantisini veremeyenler için mesajın yazılacağı yerleri ve detayları yazıyorum.
AK PArti web sitesinden AKIM'i seciyorsunuz. Basabkanlik, Saglik Bakanligi ve Calisma ve Sosyal YArdim Bakanligina iletilmek uzere mesajınızı yazıyorsunuz. Gonder tusuna basmadan once yazınızı kopyalayıp bana da gonderebilirsiniz. Cunku ola ki cevap alamazsak bu mesajları toplayip dernek tekrar basvuruda bulunacak.
AKIM'in linki :

http://www.akim.akparti.org.tr/akp.akim/faces/internetBasvuruGiris.jsp


Premature anneleri dogum sonrası izin sorunlarını anlatıp, bebeklerimizin hastanede yatış süreleri dikkate alınarak ve tabii yaşadıkları sağlık sorunlarına göre annelerin doğum izinlerinin bebek yoğun bakımdan taburcu olduktan sonra başlaması gerekliliğini anlatabilirler.


Unutmayın ki kimse bir bebek sahibi olmak istediğinde erken doğum yapmayı hayal etmez!!!! Ve kimse de bunun kendi başına gelip-gelmeyeceğini bilemez.



Duyarlılığınız için teşekkürler



AKIM e mesaj gonderenler mesajlarının kopyasını, kimlik bilgileri ile birlikte bloga yorum olarak kaydederlerse burada yayınlamayağım ve kulllanmayacağım konusunda emin olabilirler.

28 Nisan 2010

Tuvaletten Ses Kontrol


Artık tuvaletli olduk...Minik dötü elimin altında, mıncıklıyorum. Elimizde, çantamızda pet şişelerle çıkıyoruz sokağa. Çocuk erkek olunca rahat oluyormuş, pipiyi çıkar bir köşede şişeye işet. Çocuksuzken birini yaparken görsem ayıplar hatta görgüsüzlükle filan suçlardım. Çocuktan sonra çok arkadaşımda gördüm çantasında pet şişeyle gezme işini. Valla gayet de güzelmiş.
Henüz yeniyiz gerçi, bu aşamayı geçtik diyemem şimdilik. Acelem de yok aslında, kendisi istedi başladık, istemezse ara verir. Herşey küçük adamın keyfine endeksli.

Ameliyat sonrası artık iyice toparlandı küçük adam. 2 haftadır kreşede gidiyor ama sanki ilk kez kreşe başlamışız gibi zor geçiyor günler. Sabahları kriz yaşıyor evde gitmicemmmm diye, akşamları da kreşten çıkmıyor gitmicemmmm diye. Böyle garip birşey herhalde 3 yaşında bir velet olmak.

Anne düşkünlüğünün en had safhası bu yaş mı yoksa daha kötüsü olacak mı bilmem ama şuanda anne delisi iyice. Yatma saatine kadar sürekli hoplamak, zıplamak ve tabii ki de hepimizi de ayakta tutuyor.
Dil tam bir pabuç, deyimler ve çok uç kelimeler kullanıyor artık.
geçen sabah asansörde durduk yere babasına bakıp,

"Babaaaa!!!! Sen çok güzel biy babaşınnnn" diyip yüzünü gözünü şebek moduna geçirmez mi...
Kıskanmadım değil tabii ama çok hoştu bu söz.
**************
22 Nisan'da küçük adamın ilk 23 Nisan gösterisi vardı. Biz heyecanla beklerken sabah "ben okuya gitmek iştemiyoyummmmmm" çığlıklarıyla götüremedik okula, işyerinde oyalanıp, arkadasımın 13 yaşındaki oğlunun tesadüfen işyerine gelmesi bizi kurtardı ve hoplaya zıplaya götürdü onu gösterisine, ikna etti.
Hepimize en az 10 kez tembihledi küçük bey:
"Şakın beni aykışyamayı unutmayın, tamammmm mı?"
İstersen alkışlama tabii.
Bunların payına şiir okumak düşmüştü, bizimkinin sarı damarı tutttu mikrofon tutulduğunda "aaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaa" çığlığıyla kulaklarımızın pasını temizledi. Tabii mikrofon tutulmadı tekrar bizimkine.
Gene de orada, arkadaşlarıyla hazır vaziyette 23 Nisan gösterisine çıkması hayal bile edemeyeceğim birşeydi, çok güzel ve harika ve .....herşey işte.
23 Nisanda Marriot Oteldeki etkinliğe katıldık. Premature bebekler için yapılan etkinlikteydik ve bizimki yaklaşık 1,5 saat boyunca yerinden kalkmadan talimatları yerine getirip pastasını yaptı, o gün düzeltilmiş doğum günü ve hastaneden çıkışının 3. yıldönümü olması nedeniyle o pastayla doğum günü kutlaması yaptık. Nefis bir pastaydı, kendi pastasını kendisinin yaptığını da gördük ya çok şükür Allah'ıma...
*****************
Başka başka ne yazsam...

İşyerindeyim, boşlukta bu kadar geldi aklıma

Herkese mutlu günler...

08 Nisan 2010

23 NİSAN'DA ÇOCUKLAR İÇİN ETKİNLİK

****BLOGCU ARKADAŞLARIM!!!
Sayfalarınızda duyurursanız çok sevinirim...
*****************
İstanbul Marriott Hotel Asia`da Çok Özel ve Anlamlı Bir Bayram
Yer: İstanbul Marriott Hotel Asia, Tarihler: 30.03.2010~23.04.2010Telefon: 0216 570 0000 0216 570 0000 Adres: Kayışdağı Cad. No: 1 Kozyatağı, İstanbul
Anadolu Yakası`nın ilk ve tek uluslararası oteli, İstanbul Marriott Hotel Asia, 23 Nisan Çocuk Bayramı dolayısıyla çok özel ve anlamlı bir organizasyon hazırlıyor.
İstanbul Marriott Hotel Asia, Bakeshop sponsorluğunda, 23 Nisan Cuma günü 11:00-14:00 saatleri arasında Executive Şef Fikret Özdemir eşliğinde, 2-13 yaş arasındaki çocuklar birbirinden güzel pastalar yapmasını öğrenecek. Bu özel dersten sonra ise tüm çocuklar velileri eşliğinde Palestra Fitness Spa`nın, çocuk kulübünün ve kapalı yüzme havuzun keyfini çıkabilecekler.
23 Nisan’da çocuklarınız pasta yapmayı öğrenirken aynı zamanda El Bebek Gül Bebek Derneği çatısı altındaki prematüre bebeklere ve ailelerine destek olabilecek. Katılımcı miniklere ise Moneta’ dan özel üretim yumurta pişirme sahanları hediye edilecek.
Çocuklar pasta yaparken anne ve babalar da hazırlanan açık büfe ikramlar ile çay-kahve saatinde hoş vakit geçirebilecekler.
Çocuklar için hazırlanan bu özel dersten elde edilecek gelirin tamamı El Bebek Gül Bebek Derneği bağışlanacak. 23 Nisan’ da el kadar bebeklere gül gibi bakılacakları bir hediye vermek isterseniz 0216 570 00 00 0216 570 00 00 ` ı arayıp, kaydınızı yaptırabilirsiniz. (Öğrenci ve veli katılım bedeli 123 TL).

27 Mart 2010

Nasıl Anlatılır Bilmem ki

Küçük adamın ameliyatının 7. günü, gece yarısı saat 1.
Babamız il dışında, evde yalnızız ve saat 1 de bizimki ağlıyor. Kucağıma alıyorum, ağrı kesici veriyorum, sakinleşip uyuyor kendi odasında...
Saat 1.30, yatmaya gidiyorum, şöyle bir bakıyorum;uyuyor ama hırıltısı var.
Dayanamıyorum ve kucağıma alıp yatağıma götüreüyorum. Sanki üstüne hortum tutulmuş gibi sırılsıklam...
GGece lambasının ışığında üstünü değiştiriyorum, öksürüyor ve inanılmaz hırıltısı var, bir türlü atamıyor sekresyonunu. Bitmek bilmiyor, öksürdükçe artıyor.
Aklıma alpella'nın KBB uzmanı annesinin öğütleri geliyor, "şüpheye düşersen kanama konusunda peçeteye tükürt".
Peçete alıyorum elime, tükürtüyorum, gece lambasındanmıdır nedir çok koyu görünüyor.
Işığı açıyorum ve bizimkinin ağzı burnu kan içinde...
Saat 1.30-2 arası, evde kimse yok. Üstümde tişört ayağımda terlik fırlıyorum, bir poşete 1-2 bez ve badi atarak...
Sitenin güvenliği korkuyor ve 50 metre ötemizdeki hastane yolunun yarısına kadar benimle geliyor, kalan yarısında arkamdan bakıyor.
2 hastane var karşı karşıya, biri özel diğeri devlet.
özele gidiyorum hemen, KBB uzmanı var mı diye, yok diyorlar.
Kafam çalışıyor da "devleti aramısınız orada varmıdır diye, yoksa boşuna gitmeyeyim diyebiliyorum.
Arıyorlar, evet varmış orada.
Koşar adımlarla gidiyoruz, dualar okuyorum ve küçük adamı konuşturmaya çalışıyorum sürekli.
Ne şekilde girdik ki anında herkes başımızda toplandı.
KBB asistanı varmış, anlatıyorum hemen ameliyatoı ve kanamayı.
Bir bakalım boğazına diyor, abeslankı bebeğimin diline sürmesiyle birlikte ağız-burun kan fıştıkrtmaya başlıyor...
Allahım bu da ne? Kucağımda bebeğim, heryerinden kanlar geliyor, nefes alamıyor...Biranda damar yolu açanlar, aspiratör çalıştıranlar, telefonla ambulans arayanlar, hastane arayanların sesleri yankılanıyor her yerde.
Dizlerimin bağı çözülüyor ve oğlumu tutamayacağımı anlıyorum.
"Alın kucağımdan, alınnnnn"
Alıyorlar, minik bebeğim müdahalanin acısı ve korkusuyla bir yandan ağlamaya çalışıyor, bir yandan da gözleriyle öyle bakıyor ki sürekli olarak uzaktaki bene...
"Ambulansı kimin için çağırıyorsunuz " diye soruyorum kendimin bile zor duyduğu bir sesle.
Size diyor gözüme çok tanıdık gelen doktor
Neden ki? diye soruyorum.
"Acil ameliyata alınması lazım, KBB uzmanı yok burada, uzman olan bir yere gidiyorsunuz" diyor.
"Nasıl yani?" Oğlumun durumu kötü mü?
Ambulans arıyorlar, ambulans merkezi o kadar gereksiz kimlik sorularıyla meşgul ediyor ki doktoru doktor oğluma müdahale edemiyor. Ben konuşurum ambulansla diyorum alıyorum telefonu.
Sordukları her soruya cevap veriyorum, daha sonra şaşıracağım bir sakinlikle.
Ama başka bir konu var? Koskoca İstanbulda KBB uzmanı olan hastane bulamıyoruz...
Bir yer var o da benim çalıştığım hastane ve orayı da ben istemiyorum.
"Amerikan" diyorum, orada kesin vardır.
"Karşıya yetişmez bu çocuk"............
............
Bittiğim tükendiğim an işte bu an....
Gecenin 2.30 u, yollar bomboş ve ambulansla karsıya yetişmeyecek bir çocugum varmış....
Hani Türk filmleri gibi olsa keşke diyorum, titreyen dizlerime yön versem de bıraksam kendimi ve arkamda biri tutsa da yığılıp kalsam...
Hiç böyle biri olmadı ki hayatımda, şimdi de olmaz, sakın bırakma kızım kendini. Koca gözlü oğlumun bakışlarını yakalıyorum gözümde, aspiratiör sondası giriyor ağzına burnuna.
Ha gayret kızım, ayakta durmalısın.
Ablamı arıyorum, ne yapacam ben şimdi diye.
O arada doktorun sesini duyuyrum, "ameliyatın yapan doktorun haberi var mı diye soruyor.
"yok" ki, aklıma bile gelmedi aramak diyemiyorum ve hemen arıyorum. Konuşamıyorum, doktora veriyorum telefonu.
Geliyorum ben demiş.
Bu kadar kötü tablonun içinde iyi bir haber geliyor, "ben geliyorum"
Tanıdık, güven verecek, yüzünü ikiğ kez de olsa gördüğüm birini tekrar görecek olmanın rahatlığı çöküyor üzerime.
Hastanedeki asistan da kendi uzmanını aramış, bir doktor aranmakla gelmek arasında 15 dakikada uçabilir herhalde ancak...Allahım ne kadar iyi şeyler de var sevinmem gereken diyorum.
Muayene ediyor küçük adamı, kanama o kadar çok ki ancak 5. de görebiliyor.
"Sen 5 sefer de kanamayı bile göremedin, oğlumu nasıl ameliyat edeceksin" diye çıkışıyorum.
Allahtan babacanmış, anlayışla karşılıyor, haklsıın diyor, herşey yolunda gidecek endişelenme (bu olay bir devlet hastanesinde gerçekleşiyor üstelik).
Lüçük adam kucağımda, gittikçe yığılıyor, şoka girdi-girecek.
Anestezi doktoruna saldırıyorum bu defa:
"Uzmanını aradın mı? geliyor mu? 9 kg çocuk uyuttun mu hiç"
O diğeri kadar anlayışl değil, ama kızmıyor da.
Hala bitmedi mi gereksiz soruların, çocuğum şoka giriyor , sen hala kağıt-kalemle uğraşıyorsun, 3. kez söyledim kullandıgı ilaçları" vs vs vs
Ameliyathane kapğısındayız, herşey hazır olunca alacağız çocugu, anesteziyi kısa tutmalıyız diyorlar...
Bebeğim kucağımda, yarı baygın ve artık bana cevap vermiyor, ara sıra zorla kısık sesle "duyuyoyum şeni anne" diyor.
Çok şükür diyorum
Dahasını suanda yazamıcam, sonra
Şuan herşey iyi, 4 gün sonunda evimizdeyiz..

19 Mart 2010

BİTTİ

Oldu mu olacak mı derken oldu da bitti...

Nasıldı, nasıl geçti, şuan nasıl küçük adam diye soran olursa eğer sormayın.

O günden güne daha iyi, ama ben bombokum.

Kendimi ifade edecek başka kelime yok.

Bu sisteme dair yazdığım herşeye ilave olarak söyleyecek o kadar sözüm var ki, boğuluyorum, nefes almakta zorlanıyorum.

Tıbbın adının insan sömürü bilimi olarak değiştirilmesini talep ediyorum.

Ne yazık ki...

Negatif bir insan değilimdir. 15 yıldır sağlık sektöründeyim. Şu son 4 yıla kadar insanların negatif eleştirilerine itiraz etmekle geçti ömrüm. Son 4 yılda ise kızdığım, eleştirdiğim o kişilerin söylediklerini yaşıyorum hep.

Bir sözüm var, ne yazık ki çok kullanıyorum bugünlerde. "Ömrümün 30 yılı büyük konuşmakla, son 3 yıl ise konuştuklarımı yalamakla geçti" diye.

Lanet olsun ki yine yalancı çıktım.

Allah sağlıkçıların yokluğunu göstermesin, ama mümkünse de ellerine düşürmesin diyerek bitiriyorum bu konuyu.

Ameliyat öncesi ve sonrası bize yol gösteren, sorularıma yanıt aradığım biri oldu bu arada. Bloıglarla tanıdığım alpellamın KBB uzmanı annesi...Ta uzaklardan bana yardımcı olan, ameliyatı yapan doktorla kıyaslanamayacak kadar doktorluk yapan, dostluk yapan biri o...Ameliyat günümüzde de blogunda Candaş'ı misafir etmiş, nasıl bir güzellik bu...

Alpella ve annesi, teşekkür ederim yazmak istiyorum ama bu kadar basit değil işte....

İyi ki varsınız, sizi tanımak harika...

**********************

Dün evimize geldik, inanılmaz ağrı krizleri yaşıyor küçük adam. Çığlık çığlığa ve ben naçar karşısında...Allahım annelik ne kadar zormuş...

Ağrıları kadar kötü birşey ise emzik yasağı.

Daha önceden bize hatırlatma yapılmadığı için 5 tane emzikle hastaneye gittik. Küçük adam sadece uyurken emz,ik emer, onun dışında aramazken rahatlasın diye ameliyata emzikle götürmüştüm. Bu yasağı ameliyat sonrası duymak kabus oldu bize. Küçük adamı uyanma odasında emzik çığlıklarıyla buldum. Saatlerce süren ve anestezi sonrası bile uyutmayan emzik krizi...2 gündür gece yarılarına kadar, nasıl bir ayrılık travması yaşadı miniğim, onu öyle görmek çok kötüydü. En azından öncesinde bana söylenseydi 1 hafta boyunca buna hazırlık yapardım, emziği çok arayan çocuk değildi çünkü.

Yeme meselesi bizim için diğer bir sorundu. Süt-muhallebi-ayran ve dondurma yemesi gerekirken bunlardan hiçbirini sevmeyen çocuk neyle beslenir? Dondurmanın sadece kornet kısmını sever ayrıca ve o kısmı zaten yasak...

Bugün dışarı çıktık, biraz yürüyüş yaptık. Teknoloji market manyağı adamımı evimizin yanındaki Vatan Bilgisayara götürdüm. Elinde kocaman kornettoyla vatandayız, diyor ki," anne hadi mouselara bakalım"

geziyoruz reyonlar arasında, "aaaa" çığlıklaıyla bakıyor her bir ürüne, mouse'a.

TV bölümünde çok büyük ekran LCD lere baktı baktı, kocaman gözlerini açtı ve dedi ki:

"Ne kaday komik biy vatan biygişayay bu böyle, daha önce hiç göymemiştim anne".

Gülme krizine girdim, işte benim küçük adamım bu dedim kendime. Bir anne çocuğuyla neden gurur duyarmış bir kez daha gördüm. Çocuk saflığı ve güzelliğine bir kez daha hayran kaldım.

Resim de yükleyecektim bugün ama negatifte sorun var, olmadı.

Hep güzel haberlerde görüşmek üzere...
**********************
Bizim için dua eden, araya, soran, yorum yazan, aklından geçiren herkese çokkk teşekkürler

Herkese sağlıklı günler

15 Mart 2010

Olsun da Bitsin İnşallah

Küçük adamım...

Yarın sabah ameliyata gireceksin. Yaklaşık 6 aydır hiç bitmeyen ve aralıksız her cuma günü başlayıp pazartesiye kadar süren boğaz enfeksiyonların hepimizi çok bunalttı.

PFAPA sendromu mu değil mi derken 1 aydır kortizona cevap vermesiyle kesinleşti teşhisimiz.

Her atakta kortizon ve sorun ortadan kalkıyor. Çözüm bademcik ve geniz etinin alınması. HAstane arayışımız da sonuçlanınca geldi çattı ameliyat günü.

Cumartesi doktordaydık. Bize bir sürü sey anlattı tabii, çok minik olduğun için risklerin fazlalığından bahsetti. 3 yaşında olmana rağmen hala 9 kg.sın ve bu da herkesi tedirgin ediyor. Hele bir de ameliyat sonrası yememe inadın tutarsa herşey daha da zorlaşacak. Dondurma dükkanı istiyordun günlerdin. Bugün aldım sana ama göstermedim. Yarın ameliyat sonrası ta ta ta taaammmm yapacam sana. Umarım mutlu olursun görünce ve o koca gözlerini kocaman açıp "yaşasınnnn" diye bağırırsın.

Baban diyor ki dün bana "neden bu kadar kafana taktın bu ameliyatı? Çocuk 3 kg iken de ameliyat oldu ve çok daha tehlikeliydi herşey. O zaman bu kadar düşünmemiştin de şimdi niye endişelisin?"

Buna cevap çok basitti:
"Doğru düzgün karnımda bile taşıyamamışken ve ne olduğunu-anneliğimi bile anlamamışkendi onlar. Anne olduğumu bile hissedemiştim ki?"

Şimdi koskoca 3 yıldır koyun koyunayız küçük adamım. Her halin, her duruşun, her sözün, her osuruğun öyle güzel ki....

Annelik içgüdüseldir, çocuk doğurunca kendiliğinden gelir derler ya, hiç doğru değil.

Annelik karnında taşımak kadar bir canın can oluşuna tanık olmak, beraber gülmek beraber ağlamak, her bir gelişiminde duvarlara çizik atmakmış.

Küçük adamım, iyi ki beni anne seçtin kendine.

Güçlü ol ve bir çırpıda atlat bu ameliyatı da.

Küçük büyük adamım benim.

************************

Güzel meleğim...

Bu ameliyat sırasında o yaşadığımız günlere döndüm, ne zor ne acıymış herşey.

O zaman nasıl bir durumun içinde olduğunu da bilmiyordum ya o da ayrı konu. Ne zaman normale dönmeye başladı herşey, işte o zaman acılar başladı ben de.

Senin acın da böyle idi. Senin için gözyaşlarım küçük adamın ilk sosyal gülüşünde dökülmeye başlamıştı. Aylarca...aylarca sanki o an gitmişsen benden gibi deli danalar gibi ağladım, 1 yıl boyunca kapandığımız 2 kişilik evimizde.

Şimdi biliyorum ki sen küçük adamın koruyucu meleğisin, onun üstündeki elsin.

Sen kardeşine güç vereceksin meleğim, değil mi?

Seni çok seviyoruz meleğim. Bu konuda asla şüphen olmasın

13 Mart 2010

Unuttuk Sanma

Unuttuk sanma meleğim...

Unutmak mümkün değil. Seninle geçen günler heranıyla zihnimizde ve sensizlik acısı heran bizimle. Sen de olsaydın nasıl olurdu herşey? neler oynardık? Neler giyerdin?

Girdiğimiz mağazalarda hala kız kıyafetlerine de bakışımız gizliden gizliye ondandır.

Hayallerimiz ve seninle yaşadıklarımız öyle taze ki...Hep bizimleydin sanki de sonra gittin yanımızdan gibi.

3 yıl oldu meleğim, 12 martta 3 yıl oldu tam.

Küçük adamın 3. yaş gününü kutlarken söyledğimiz "zaman ne çabuk geçiyor" sözüne inatmış gibi koskoca 3 yıl oldu sensiz geçen. Zaman ne kadar göreceli değil mi?

Sarı papatyam benim.

Koklayamaya kıyılamayacak kadar güzel, dokunmaya elimiz varmayacak kadar kırılgandın.

Kırlara döndün sonra.

Papatyalar için...

Öyle çok istedik ki, 4 kişilik ailemize sahip olmayı.

Olmadı meleğim, bu dünyada olmadı. Ama biz hep dört kişilik aileyiz, sen bizimlesin hep.

Geçenlerde dedi ki küçük adam durduk yerde:

"Anne, Beken gelsin yütfen, ben onunla oynamak istiyoyum....."

Ne denir ki bu durumda?

Bilemiyoruz, bir ömür de bilemeceğiz sanırım.

Küçük adam ameliyat olacak sarı papatyam, salı günü.

Biliyorum ki sen yine onun koruyucu meleği olarak yanında olacaksın, onu ayakta tutacaksın ve herşey çok güzel geçecek.

Sen küçük adamımızın sarı papatya tacısın meleğim, onu hep el üstünde tutan.

Seni çok seviyoruz ve düşünmediğimiz biran bile yok meleğim seni.

06 Mart 2010

İtinayla Tıp Dersi Verilir

Hayatımızda görmediğim, duymadığım hastalıkları son 3 hatta hamileliğimin başından beriki süreçle 3,5 yılda duyduğumu daha önceki yazılarımda yazmıştım.

Tıp dersi verebilecek seviyeye geldim artık.

Bugünkü ders konumuz PFAPA Sendromu.

Nedir PFAPA Sendromu?

Açıklayayım diyeceğim ama işte burada açıklanmışı var.

Yaklaşık 6 aydır küçük adam her cuma hastalanıyordu. En geç 2 haftada bir ama kesin cuma günü. Lenf lezleri şişiyor, bademcikleri şişiyor, ateşi çıkıyordu. Antibiyotik deposu haline geldi, kreşe bağlandı hastalıkları. Kreşten aldık ama cuma rituelimiz değişmedi yine de. FMF takibimizi yapan doktorumuz Prof. Dr. Özgür Kasapçopur yetişti yine imdadımıza. Son 2 aydır onunla konuşuyoruz bu durumu. Adını ilk kez duyduğumuz PFAPA Sendromundan bahsetti bize (daha önce Melek'in annesi bizim adımıza araştırmış ve bu sendromu ilk kez o söylemişti bana gerçi ama, ben ....ok eşeledikçe kokuyor diyerek dikkate almak istememiş, normal çocuk enfeksiyonları demiştim). Bu süreden beri takip edildi, ateşler sırasında kullandığımız kortizonla hem ateşim kesilmesi hem de lenf bezlerinin şişliğinin yarı yarıya inmesi teşhis konmasına neden oldu. KBB takibine de girdik, dün ateşi çıkan küçük adama önce KBB baktı, tonsilları da şiş olmasına rağmen enfeksiyon olmadığını düşündü. Daha önce yapılan boğaz kültürünün temiz çıkması da bu teşhisi kolaylaştırdı. Bugün kalktık taaa BAkırköy'deki Özgür Bey'e gittik. PFAPA dedi, geniz eti ve bademciklerin alınması sizi çok rahatlatacak. Candaş 6 aya kadar toparlanacak ve gelişimi de hızlanacak, siz bile şaşıracaksınız dedi. Çözüm göstermesine rağmen ameliyat fikri kulağıma hiç hoş gelmiyor. Anestezi alacak sonuçta. Son ameliyatı olan kasık fıtığında ben hemşire olmasaydım CAndaş çok kötü şeyler yaşayabilirdi. Boğazındaki sekresyonun tıkayıp nefes alamamasını hastane çalışanlarına anlatamamış, ben farketmiş ve kendi kendime çocuğa oksijen takıp doktoru cepten arayarak çağırmıştım. Hem de bir özel hastanede, hem de daha önce birlikta çalıştığım doktor olmasına rağmen...

Şimdi sorun şu: Bu ameliyatı nerede ve kim yapacak? Çalıştığım hastanede mi?

Yoksa her lenf şişmesine enfeksiyon teşhisiyle antibiyotik yüklemesi yapan evimin yanındaki hastanede mi?

Yoksa Bostancıda oturmamıza rağmen Bakırköy'de bulunan Dr. Özgür Bey'in çalıştığı hastenede, onun önerdiği kişi mi?

Anestezi almışken sünnetini de yaptırma düşüncemizden dolayı hem KBB hem de çocuk cerrahi birlikte çalışacak. Umarım kolay karar verir ve biran önce sağlaıkla ve sorunsuz olarak hallederiz bu sorunu.

Sonucu da küçük adam için çok güzel sonuçlar verir umarım.

Tabii bizim için de...

Bize bol şans ve karar verme gücü için dua edin lütfen...

28 Şubat 2010

Amerikan Hastanesi Yoğun Bakım Çalışanlarına


Küçük adamın 1. doğum gününü Amerikan Hastanesinde kutlamıştık. Ve ben oradaki tüm çalışanlara bir mektup yazmıştım. Aradan geçen 2 yıl sonra, biraz önce tesadüfen buldum o mektubu. Buraya da koymak istedim.
Herkese tekrar tekrar teşekkürler
******************



YENİDOĞAN YOĞUN BAKIM ÇALIŞANLARINA


Daha ikiz olduğunu öğrendiğimizde başladı yavrularımın acele tavırları. Hep bir telaş içindeydiler, bu heyecanlı kadını görmek istiyorlardı ve 25 hafta 5 günlükken, 570 ve 680 gram olarak geldiler.


"Hoşgeldiniz...ne iyi ettiniz de geldiniz..." diye karşılamak isterken Onlar'ı, "lütfen şimdi gelmeyin" yalvarışlarım nafileydi artık. Kollarıma alıp sarmak isterken, soğuk cam fanuslar yatakları oldu. Nur topu gibi iki salyangoz kabuğum olmuştu; mosmor, kıvrım kıvrım ve hareketsiz...



Ağlama sesinin hayal edildiği dünyanın tek anında, koşturan ayak sesleriydi duyduğum,bir bilinmezliğe atılan adımlardan çıkan...



Ne olduğunu algılamaya çalışırken saniyeleri sayar buldum kendimi, en riskli ilk günlerin çabuk geçmesini arzulayarak.



Tamam diyordu doktorumuz, en kötü günleri güzel atlattık, ama daha çok yolumuz ve riskimiz var.



Onlar'a güzel görünmek için makyajlar arasında yanlarına gittiğim 16. gün herşeyin asıl başlangıcıydı.Midelerine damla damla verilsin diye süt götürmek ve sevgimi söylemek için gitmiştim yanlarına, ama o soğuk koridorda sürekli koşturan, içeri-dışarı çıkan doktorlar, hemşireler karşılamıştı beni. Onlar'ı görmemi istemiyorlardı şuan. Ama neler olduğunu da söylemiyorlardı. Büyük bir bencillikle koşuşturma sebebinin benim bebeklerimden dolayı olmamasını temenni ediyordum... Ama içeride sadece Onlar vardı. İyi şeyler düşünmeye çalışıyordum yine de.



Ta ki bir hemşire bana su ve tabure getirene kadar...O su ve tabure beni dipsiz bir kuyuya atmıştı...Erimiştim, hani kabuslarımızda olur ya, düşersin; sınırsız, zamansız sürekli düşersin, ya da bişey ararsın, sürekli koşarsın koşarsın ama hep aynı yerdesindir, bulamazsın aradığını....Ya da bağırırsın sesini duyurmak istersin, çığlıklarla bağırırsın hem de, ama sesin hiç çıkmaz aslında... İşte öyle çığlık çığlığa bağırdım ben de.Su ve tabure birazdan duyacaklarıma karşı bana biraz güç vermek içindi. Yavrularımın beni bırakıp gittiklerini düşünürken alındım içeriye, ömrümün en arzulu ve en zor yoluydu.



Çok şükür fanuslarındaydılar minyatür yavrularım, oradaydılar ve beni bekliyorlardı...Çizgi filmlerden çıkıp gelen iki kahramandılar...Şapka niyetine kafalarına geçirilen kesik çorap uçlarıyla...Biraz önce "Ali'm bizi bir süreliğine terketmiş"...diyorlardı...Tüm hislerimi kaybetmiştim.Terketmenin ne olduğunu biri bana öğretsin istiyordum...Canlandırma yapılmış....Canlandırma....



Algılayamıyordum, benim minik Temel Reis'im ben soğuk koridorda kaybolurken beni bırakmış mıydı yani?İnanamıyordum...Daha da kötüsü doktorumuzun Ali'nin beyin kanaması geçirdiğini ve acilen büyük bir hastaneye götürülmesi gerektiğini söylemesiydi.



Yüzümüze kapanan büyük hastane kapıları sonrasında, 19 günlükken 582 gramlık bir minik adam olarak geldik buraya...



Ne iyi edip de gelmişiz...Bebeğime hoşgeldin diyerek karşıladınız O'nu. Daha ben bile diyememişken hem de..O'na her hareketiniz beni hayrete düşürecek şekilde şefkatliydi. İncitmekten korkarak dokunuyordunuz. Bana çalışma şeklinizi anlatıyordunuz, O'nu istediğimde görebileceğimi, gece yarısı bile arayabileceğimi söylüyordunuz. Çok normal şeylerdi sizin için ama benim için dünyalar kadar değerliydi bunlar. 19 gündür ilk kez birileri bana "anne" olduğumu hissettiriyordu ve bebeğim sizin için değerliydi. O sizin için "Bebek Kömür 1" veya "erkek olan" değildi, Ali Candaş diyordunuz O'na, dünyadaki varlığını tanıyordunuz...Bizi önemsiyordunuz.



Ali'min beyin kanaması geçirmediği müjdesini de verdiniz bana.



Oğlumun emin ellerde olduğunu hissederken duyduğum huzur, yer olmadığı için diğer hastanede kalan kızım için duyduğum yürek acısını kapatamamıştı.



Gönlümün yarısı eksikti.



Şuan ağır bir tablosu yoktu Ali'min, yolumuz uzun, risklerimiz fazlaydı. Tedavi sürecinin tereyağından kıl çeker gibi geçmesi gerekiyordu. Ama ne Ali tereyağı idi, ne de bu süreç kıl...



6 gün sonra yavrularım kavuşabildiler birbirlerine. Söz verdim Onlar'a, bir daha hiç ayırmayacaktım Onlar'ı.



Kızımın da gelmesiyle tamamlanan iç rahatlığım uzun sürmedi. 27 günlük kızım için bu savaş zor gelmeye başlamıştı artık, minik bedeni yorgunluk sinyalleri veriyordu.



Ama kızlar daha dirençlidir diyerek destek oluyordunuz bana. Öyleydi de...Benim minik Beken'im ağır tablosuna rağmen direniyordu. Güç veriyordu şefkatiniz O'na.



50. gününe gelene kadar da direndi hep.



Artık yavrularıma verdiğim sözü tutamıyordum; "sizi hiç ayırmayacağım birbirinizden" demiştim oysa...Olmuyordu. Gücüm yetmiyordu. Kimsenin de gücü yetmedi O'nu dünyada tutmaya.



Benden gizlemeye çalıştığınız gözyaşlarınızla uğurladık Beken'imizi.



Ali'me tutabileceğim sözler verecektim bundan sonra. O'na ağlayan gözlerle bakmayacaktım hiç, gülmeyi öğretecektim. Yüreğim ağlarken gülüyordum hep, Ali'nin kocaman gözlerine bakarken.En kötü olasılıklar anlatılırken hayal kurmam istenmiyordu. 35 gün entübe olarak geçtikten sonra hayatımın en güzel sesini duymuştum; Ali'nin ağlama sesi....



En güzel koku ise 40. gününde Ali'mi kucağıma verdiğinizde duyduğum koku...



Her yaşananda bir sonraki aşamaya geçip-geçemeyeceğimizin endişeleri başlıyordu. Extübe olmuştu, ama daha CPAP'tan çıkacak, nazal kanule geçecek, emmeye başlayacaktı.



Göz kontrolünün iyi geçmesi gerekiyordu.



OGT'den kurtulacak, vücut ısını koruyacak, beşiğe çıkacaktı vs vs...



Her aşamayı atlatmayı heyecanla bekliyorduk, bazen gülümseyerek, bazen de oğlumun apneleriyle birlikte hep beraber nefesimizi tutarak.



92 günlük hastane sürecinde PDA dışında büyük birşey yaşamadık. Çünkü burada herkes, diğer bebekler gibi Ali'yi de çok seviyordu. O muhtaç beden için gereken herşey sevgiyle yapılıyordu.



Sadece oğluma değil, bize de rehber oluyordunuz. Bizimle sevinip bizimle üzüldünüz. İyi gelişmelerinde hep beraber gözlediniz yolumuzu; sevincimizi, yüzümüzdeki şaşkınlığı seyretmek, ortak olmak için.



Bizimle ağladınız, acımızı yürekten hissederek.



O karanlık ve soğuk emzirme odası ağlama duvarı oldu hepimize. O odada hep birlikte attı kalplerimiz; doktor, hemşire, hasta bakıcı ya da aile değildik orada. Hepiniz Ali'ler için çırpınan, dua eden, ağlayan kişiler oldunuz. Öyle gözlerinizle de değil, yüreklerinizle ağladınız, ortak oldunuz çoğu zaman hissiz kalan hislerimize; çaresiz çırpınışlarımızda.



Kucağıma bir bebek verdiniz sonra, bu senin dediniz.



İnanamadım, kara kuru Kömür Bebek yerine obez (1700 gram) bir Ali Candaş Kömür verdiniz bana.



Evdeki her heyecan ve çaresizliğimde bir telefon mesafesindeydiniz bana. Elim, kolum oldunuz uzunca bir süre. Bir yere telefon açacağım zaman bile yanlışlıkla sizi arar olmuştum...



Zaman çabuk geçiyor diyenlere garip garip bakarken kocaman 1 yılı devirmişiz meğer...



Sizin suretiniz oğlumun yüzündeki her gülümsemede bizimle birlikte.



Benimse aklımda hep aynı soru var:

"Sizler olmasaydınız ben ne yapardım?



İyi ki varsınız ve iyi ki sizleri tanıdım"





Melek Kızımız Elif Beken & Hayatımızın Anlamı Küçük Büyük Adam adına,



Siz değerli insanlara



Sonsuz teşekkürlerimizle...









25 Şubat 2010

Küçük Adamla Hayat


Küçük adamın hayatı her geçen gün değişiyor ve genişliyor.
Yeni büyük kreşine alıştı. Bale ve folklor dersleri almaya başladı. İlk folklor dersine de tanık oldum. Öğretmeninin 1 kez gösterdiği Kafkas oyununu, diğer 13 arkadaşı (ki onlar zaten bu dersi alıyorlardı) yerinden kalkmak istemezken bizimki hoplaya zıplaya oynadı. Öyle tatlıydı ki...O gün ateşi çıkmıştı kreşte, ben yanına gitmiştim, ateşi düştüğü anda folklor dersi de başlamıştı. Üzerinde hala giymeye devam ettiği 12-18 ay bebek tulumu, yarı çıplak vaziyette dans etti deli gibi.

Bu arada anlatmam gereken başka bir konu da var. Candaş'ın kış başladığından beri, hatta temmuz ayındaki ilk bronşiolitinden beri hemen hemen her hafta geçirdiğimiz üst solunum yolu enfeksiyonlar ve tabii ki ateş.
Her cuma hastalanıyordu küçük adam. Kesintisiz... Son 2 aydır da boyundaki lenf bezleri varlığını hiç unutturmadan şişti durdu. Sürekli ilaç, sürekli doktor....En son FMF takibimizi yapan Dr. Özgür Kasapçopur'a gittik. Lenf bezlerinin şişmesiyle ilgili olarak düşündüğü şeyler vardı. Candaş'ı muayene ettiğinde bunların enfeksiyon olduğunu düşündüğünü söyledi. Ama bu kadar sık hasta olmasının iyi olmadığını, bunun için de koruyucu amaçlı olarak depo penisilin yapılmasını istediğini söyledi. 9,5 kg lık bir kemik torbasına iğne yaptırma fikri, hem de en acısından depo penisilin fikri hiç hoş gelmedi kulağımıza. Ama hastalıklarının azalacağı umudu ile dün yaptırdım ilk iğnesini. Allahtan korktuğum gibi olmadı, ağladı tabii ama bu penisilin öyle illet bir iğnedir ki, bazen iğneyi batır çıkar 4. 5. sefere bile sarkabilir yapabilmek. Çok tecrübeli birinin yapması gerekir. İçine bir de anestezik bir ilaçtan biraz ekledik mi acıyı mininuma indirirsiniz. Kendim yapmayı bile düşündüm bu iğneyi...Neyse ki şansımız yolunda gitti de iğneyi yapacak abi, çalıştığım hastanenin genel personel tutumundan farklı şekilde oldukça anlayışlıydı ve tek seferde yaptı "bacak aşısını".
Umarım bundan sonra hastalıklar azalır, zira 3 haftada bir penisilin acısını çektiğine değer...
Küçük adam artık tam bir birey oldu. Kendini ifade eden, oldukça kompleks cümlşeler kurup cin giğbi herşeyi anlıyor. BAna saçımı başımı yoldurtan yeme sorunu ise çok şükür oldukça halloldu. Ama buna rağmen kilo alamıyor, boyu uzamıyor. HAtta 4 ay önce 10 kg görmüşken şimdilerde 9,5 kg yine. Boyu da uzamıyor. Mayıs ayını bekliyoruz şimdi, büyüme hormon tedavisinin başlayıp-başlamayacağı belli olacak.
Bu arada benim en büyük sıkıntım olan tezim bitti, pazartesi günü okula teslim ettim, jüriyi bekliyorum şimdi. Tabii bir de sunum hazırlamam lazım. Umarım jüriden de geçerim de bu sıkıntı da çekilir oğlumla aramızdan. Hem O'nun hem de benim psikolojim epey bozuldu. He okul bitince ne olacak? Hiçbişey tabii ki...Yükseklisans mezunu seri fotokopici olurum belki, Burhan Abi gibi duvarlara doldururum belki de. Yok yok kolye yaptırıp boynuma asarım en iyisi :))
Tezim için geçen cumartesi okula gitmem gerekiyordu. Küçük adam da evde ateşler içindeydi. Malum TAksim uzak, ne yapsak dersek hava da güzel diye kalktık maaile gittik "beş yakamyı okuya"... Küçük adamın pek keyfi olmasa da Taksimin kalabalığı epey şaşırttı O'nu. Dönüşte de arabalı vapura bindik. Gemileri çok seviyor. Çalışanlardan biri aldı bizimkini kaptan köşküne götürdü. Babasıyla gittiler, dümeni bile çevirmiş benim oğlum.
20 Şubat 2010 Kaptan Candaş (3)

20 Şubat 2010 Kaptan Candaş (9)
Yazını başlığı ilkler ama başka konulara girdim. Küçük adam son 2 haftadır inanılmaz agresif ve saldırgan olmuştu. Onu istiyorum diyip verdiğinde hayır istemiyorum, aldığında istiyordum, sonra yerlere atmalar herşeyi sonra kendini yerlere atmalar.... sadece çok kısa bir anlatım bu aslında. Delirmiş gibi öfke krizleri yaşadı. hem de neredeyse hergün. Hastalıklarına bağladık genellikle ya da kreş değişimiyle ilgili davranış değişikliğine. Ana sorun şu ki, bu davranışları sadece bana karşı yapıyor. Derdi benimle yani. Allah nazardan sakınsın da 2 gündür iyi. Bugun ben hastalandım, boğazım mayın tarlası gibi lenf bezi şişlikleriyle dolu, ciğerlerim takır takır....hele bir başağrısı ve halsizlik....Bu akşam maaile işten gelince dedim ki "oğlum ben çok hastayım, seninle oyun oynayacak gücüm yok. Biraz uyumama izin verirsen uyandığımda seninle çok güzel oyunlar oynarız".
Tamam dedi küçük adam.
Babasını hiç üzmemiş, sonra geldi yanıma "hadi uyan aytık anne" dedi. Uyandım dedim, dedi ki bana
"Biyaz iyileştin mi anne?"
Hani seni verene kurban olurum dedirtiyor ...Beni anladı oğlum, ne güzel.
Sonra çok güzel oyun oynadık beraber, "homuy" oynadık tabii ki. "pitza" yapıyormuş beyefendi.
Hayal gücüne hayranım, nereden neler üretiyor benim aklıma asla gelmeyecekler şeyler.
Şimdi yazının başlığına dönüyorum, oğlum bugün tiyatroya gitti ilk defa. İçim buruldu önce, çünkü ilk seferinde beraber gitmek isterdim. Ama kreşe kısmetmiş. Büyük bir merakla bekledim geri dönüşlerini. Bizimki çok keyifliymiş, çok eğlenmiş. Elini akldırarak sorulara cevap bile vermiş. Bundan sonra oğlumu bu tür aktivitelere götürmek zamanı gelmiş demek ki...
Başka bir ilk ise sevgililer günü kartı...Okulda bizim için hazırlamışlar... Sevgilim benim...
İşyerime gelmeye bayılıyor. Azgınlık yapmadan oradan oraya koşturuyor. Hayranları da çok olunca, her odada bir aktivite alternatifi var.
Son zamanlarda yaptığım gezmelerden de bahsedeyim. 31 Ocakta Ömer Akın'ın doğum gününü kutladık, 14 Şubatta da Melek Busenin doğum gününü. İkisi de harikaydı, neşeli bıcır bıcır koşturduklarını görmek hayal gibiydi daha düne kadar. Melek Busenin doğum gününde sürekli uyudu gerçi. Oynayamadı arkadaşlarıyla.


Sdc10421
Tara geldi bize bir hafta sonu. Birlikte oyunlar oynadılar. Bir parmak boyası yaptılar...ki evlere şenlik :)) Şöyle 1 yıl filan parmak boyası görmek istemiyorum modundayım yani.
7 Şubat 2010 (6)
7 Şubat 2010 (2)

Park sezonu da başladı artık sanırım. Güneşi her gördüğünde "anne bak güneş geydi. Demektiy ki.... payk zamanı"
Hala kaydıraktan kayamıyor. Nedenini anlayamıyorum ama korkuyor işte. Üstüne gitmemek tek çözüm sanırım. İstemezse kaymasın artık...
13 Şubat 2010 (14)
Parkta abile karate yapıyorlardı, o da gitti aralarına katılmak istedi."Vuy bana hadi vuy bana" diyip atıyor kendini yerlere. Akşam evde babasıyla da oynadı. "Vuy bana hadi ba-baaa"
13 Şubat 2010 (9)

Candaş'ı mesteden yaş grubu 8-11 yaş arası grup...Bayılıyor bunlarla oynamaya, dün bir akrabamızdaydık. 9 yaşındaki kızlarıyla tam 4 saat soluksuz oyun oynadı. Aslında oyun yarattı hep, Bahar Ablasına da uygulattı. Bahar yorgunluktan bitmişken küçük adamın enerjisi sonsuzdu. Eve dönmek bile istemedi. "Bahay Abyam da geysin"...

Artık sorulan sorulara net ve mantıklı cevaplar veriyor:

Özgür Bey, soruyor adın ne "Ayi Candaş", soyadın "Kömüy", Kaç yaşındasın "3",

Hangi takımı tutuyorsun "Cim Bom Bommmm" (el de havada sallanıyor tabii). Anasının oğlu tabii.

"Ben sana benziyoyum di mi anne?" diyor. İkimiz de sayıyız çünkü".

08 Şubat 2010

Evett...Ayça'nın İsmini İpek Koyduk

Küçük adamın büyük sınıftaki ilk günüydü bugün.
İnanılmaz heyecanlıydım, üniversiteye başlıyordu sanki.
Sabah kreş kapısına asılmamış olan 3 rakamı krizi yaşadık. "Burası yanlış, 3 yazmak zoyundaydı" dedi.
Öğretmeni koşturarak kartondan bir üç yaptı ve iç kapıya astı. Zorlukla ikna ettik ve girdi içeri.
Arada gidip gizliden izledim Onlar'i, uyum sağlayabiliyor mu-mutlu mu diye.
Oyunlarına denk geldim, herkesin patikleri ortada karıştırılmış. Sırayla ayakkabı bulmaca oynuyorlardı.
Sıra benimkine geldi, tabii sınıf arkadaşlarının isimlerini de bilmiyor henüz.
İpek'in ayakkabılarını bulmasını istedi öğretmeni, benimki İpek'i tanımadığı için İpek'i tanıttı önce.
Küçük adamla öğretmen arası diyalod şöyle:
"İpek'in ayakkabıları hangisi Candaş?"
"O İpek değil, Ayça" (junior sınıfındaki en sevdiği arkadaşlarından biri olur Ayça)
"Hayır Candaşcığım, bu arkadaşının adı ipek"
"Evettttt, Ayça'nın adını İpek koyduk"
.........
Ben gizlendiğim kapı arkasında gülme krizine girdim tabii. Gurur duydum tekrar oğlumla...
Daha güzel günlere, tüm çocuklar için....

07 Şubat 2010

Bir İnsan Yetişirken


Uzun bir aradan sonra Melek Buse'yle buluştuk.
Önce geçen sene mayıs ayından fotolar koydum yazıya. Birlikte saatlerce zaman geçirmiştik, beraber cips yemişlerdi, hem de birbirlerinin ağzından çıkarıp kendi ağızlarına atarak. O keyifli anları harikaydı.
27 Mayıs 2009 (8)
Sonra bir mağazada Melek pusetinde otururken, Candaş kızlar için kıyafetleri tek tek getirip Melek'e gösteriyor ve aralarında bizim anlamadığımız bir dilde konuşuyorlardı. O görüntüyü çekmiştim gizliden ama bulamadım şimdi.
Ömür boyu bu güzellikte, kardeş gibi olmaları dileğimiz...
Geçen buluşmada da bizim bıcırlar çok güzel oyun oynadılar birlikte.
17 01 10 (9)
Resimler yaptılar beraber...elele tutuşup gezdiler....hele buluşma anları sarmaş dolaştı...
17 01 10 (7)
Melek kocaman olmuş, inanılmaz paylaşımcı, bir kendisi yerse bir kez de bizim ağzımıza yemek tıktı.
Aslında yazının başlığına uygun birşeyler yazacaktım ama kesmek zorundayım, başka sefere...

05 Şubat 2010

KARNE


Kreşte 3-4 değişik yaş grupları var.
18-36 ay...
3-4 yaş...
4-5 yaş...
5-6 yaş...
İki ayrı binada her bir gruptan 2'şer sınıf var.
3-4 yaş grubu hariç, o gruptan sadece 1 tane var.
Geçen eylül ayında Candaş'ın akranları 3-4 yaş grubuna alındı. Ben Candaş'ın geçmesini istemedim.
Çünkü,
1. Fiziksel olarak yaşıtlarından en az 17 cm kısa ve zayıf olması nedeniyle psikolojisinin bozulmaması
2. Dayak yiyen adam figüründeki küçük adamın hırpalanmaması
3. Bediş Annesine çok alışması.
4. Küçük adamın gelişimsel olarak yaşıtlarından ileri olması nedeniyle geri düşmeyeceği düşüncesi.
5.Kreşe çok zor alışan küçük adamın Bediş Anneden de ayrılık yaşamaması.
Ne zaman geçecekti kendi grubuna? Mayıs ayında yeni açılacak olan 3-4 yaşa geçecekti. Düzeltilmiş yaşıyla da yeni 3 olacağı için kayıp olmayacaktı ....
diye düşünmüştüm...
Ne zamana kadar?
Gruplarındaki 18 aylık Murathanla aşik atmaya başlayana kadar. Murathan gibi ma-maaa, demeler, çişini artık bezine yapmamalısın dediğimde "ama Muyathan da bejine yapıyoy" diyene kadar...
Yeni grubun başlama zamanının ise mayıs ayından eylüle alındıgını duyana kadar...
1 haftadır ne yapmalı üzerinde düşünürken, halihazırdaki gruba Candaş'ın başlamasının uygun olmadığı kanaatine varıldı.
1. Bale-folklor derslerinde yol katetmişlerdi.
2.Kitaplarda ilerlemişlerdi. Neydi bu kitaplar?
Rakamlar....renkler....geometrik şekiller...
Candaş bunları evde benim baktığım 2 yaş dönemine kadar zaten öğrenmişti. Drama dersine aldılar 2 gün önce, şaşkın-kızgın yüz ifadesi ve resimlerdeki yüz ifadelerini tanımlama gibi şeylere katıldı...
Benim saksıya yeni dank etti, biz Candaşla bunları zaten çokkk önceden öğrenmiştik...ama tekrar etmeyi unuttuk, o kreşe başladı, ben okula başladım derken birlikte geçirdiğimiz 1-2 saatlik zamanımızda sadece eğlenmemize bakmışız. Neyse ki küçük adam uyum sağlamış ta büyük gruba geçmesine oy birliği ile karar verildi.
Dedi ki Hacer Öğmetmenim:
"Candaş'a nasıl anlatsak acaba artık Bediş Anneyle olmayacağını?"
"Karne verin oğluma dedim, büyüdün artık ve büyük sınıfa geçiyorsun"
Hazırlamışlar...
05 02 2010 (11)
Tahminimden çok daha güzeldi hem de. Bütün derslerden güleryüz almış, üstüne bir de yıldızı vardı, bu da yüksek onur belgesiydi sanırım :))
05 02 2010 (5)
Çok duygulandım akşam onu alırken, ne olduğunu anlamadığına adım gibi emin olduğum karnesiyle pek bir gazlanmıştı....Büyük şınıfa geçiyoyum bem" dedi.
Kreşler yanyana iki müstakil bina.
kreş 1 ve kreş 2...
Küçük adam kreş 2 deydi şuana kadar. Geçeceği kreş ise kreş 1'de.
Dedim ki:
"Pazartesiden itibaren büyük sınıfa gideceksin, yani Kreş 1 'e."
Dedi ki :" 1 oymajjjj....Burası 2. okuy, ben 3. okuya gitmeliyim, çunku 3, 2 'den büyüktüy"....
Dumur... morarma...kızarma....
kreş çalışanları ve benim halet-i ruhiyemizdi.
Çocuk haklı, gel de cevap ver şimdi. öğüretmeni dedi ki Candaş çoktan hazırmış büyük sınıfa...
Ben de 1 ve 2 yi anlatmaya çalıştım ama nafile.
"3. okuya gidecem ben"den başka söz çıkmadı ağzından. Öğretmeniyle kulis yaptık, 1. kreşin iç kapısına pazartesi sabahı 3 rakamı asılacak....
Vatana, millete, ailemize, yavrucağımıza hayırlı olsun....

Tüm karnelerimiz güleryüzlü olsun, yüz güldürsün.

En önemlisi de hayat karnesi güzel olsun, mutlu olsun hayatı

01 Şubat 2010

LİĞME LİĞME YA DA LİME LİME


Hani herşey üstüne üstüne gelir ya birden...
Evrendeki tüm negatifliklerin sana yöneldiğini düşünürsün ya hani...
Tüm kasların, etlerinin her milimetrekaresi liğme liğme koparılır, çimdiklenir, ters-yüz edilerek burulur ya hani...
Kalbinin en ücra köşesine kadar kırıklarla dolu olduğunu hissedersin, kalbinin kalplikten çıkıp kalbur olduğunu hissedersin ya...
Kaçıp gitmek istersin ya bazen hani, ama kimden veya neden kaçacağını bilemezsin ya, ya da kaçtığın yerde ben benden başka biri olacak mıyım diye sorduğunda, kalburlaşmış kalbinin aslında kalbur olan iplerinin de pörsümüş olduğunu farkedersin ya hani...
Bir duvar dibine, en pis duvar dibine işeyen köpekler gibi, çişin kokusunu duyup tekrar işeyen başka köpekler gibi, aslında çiş sandığın ama gül bahçesi olan bir köşeye düşünmeden ya da sadece zevk için üstüne işenmiş gibi hissedersin ya hani....
.......................................
Yoksa siz hiç hissetmediniz mi öyle?
Hayat yanıbaşınızdan akıp giderken ve sen de onun içinde olduğunu sanırken aslında sadece seyreden olduğunu farkettin mi?
Seyrederken bir el bile sallamadığını fakettin mi peki?
Peki ya, aslında sen seyrederken, sadece baktığını ve hiçbirşey görmediğini farkettin mi?
He bir de aslında bakıp ta görmediklerinin içinde senden ve sana ait olan herşeyin de gitmiş olabileceğini düşündün mü?
Peki bunu düşünmenin bile insanı nasıl çıldırtabileceğini algıladın mı?
Seyretmen bittiğinde ve tüm bunları algıladığında, yanında hiçbirşeyin kalmadığını gördüğünde ne yapacaksın?
Sen de gitmek istediğinde aslında gidenler hakkında elinde hiçbirşey olmadığını gördüğünde ne yapacaksın?
Yine yüreğin liğme liğme olmayacak mı?

Kalburun pörsümüş iplerine bir hançer darbesi gelip seni sen yapan herşeyi parçalamayacak mı?

Hadi, kalk...

Geç olmadan bak şuraya...

Görmek istediğin çok uzakta değil, yanında.

Çok uzağa bakarsan burnunu ucunu göremezsin.

21 Ocak 2010

İYİ Kİ DOĞDUN CANDAŞ


Birazdan doğum günü partin olacak küçük adamım.
Kreşte...
İyi ki doğdun pastan gelmiş, gördüm....Senin boyun kadar bir Caillou olmuş...
Sdc10350
Kreşi de süslemişler.

Sdc10353
Detayları yazacam sonra, bir premature annesine yakışır şekilde partinin bitmesini bekleyemeden resimleri oluşturmak istedim.
Sdc10349



Bu foto da bu sabah seni kreşe bıraktığımdaki şımarık halin...

20 Ocak 2010

ÜÇ...ÜÇ...ÜÇ...ÜÇ....

Küçük büyük adamım....
Yarın tam 3 yılın bitecek bu yerkürede...
Dolu dolu, bağıra bağıra, ağlaya ağlaya, güle güle, heyecanla, kaygıyla, sevinçle, üzüntüyle, umutla, şaşkınlıkla, haykırışla, korkuyla, bekleyişle, bilinmezlikle, yoklukla geçen üç yıl...
İyi ki benim kocaman gözlü oğlumsun...
Erkenden merkenden de olsa iyi ki doğurmuşum seni.
Sen benim başıma gelen en güzel şeysin, dünyamsın...
Nice sağlıklı e mutlu yıllara

03 Ocak 2010

BİRİKENLERDEN


Kucuk adama dair pek birsey yazamiyorum artik. Biraz foto koymaya calisayim bari.
30 12 2009 Kreste Yeni Yil (153)
2010!!! Bak bu sene küçük adam kırmızıları giydi. Saat 0.00'da kırmızı donunu bile giydi. Lütfen bu sene bize sağlık getir...Yeme sorununu bitir ve küçük adamı akranlarına ulaşacak şekilde büyüt....Çok mu?
30 12 2009 Kreste Yeni Yil (147)
Küçük adam yeni yıl partisinde sınıf arkadaşlarıyla birlikte...Isırmayı huy haline getiren ufaklıktan bu iki kız da nasibini aldı. Soldaki Ayça'yı yanağından, Elif'i ise kolundan ağır bir şekilde yaraladı
30 12 2009 Kreste Yeni Yil (127)
Biri çakma diğeri gerçek Noel Baba :)))
Sdc10210
Çoko Can...
Sdc10204
Hastane sonrası ziyarete gelen ekol Berke Abi...
Sdc10202
Önceleri zorla verdiğimiz nebulleri, artık nefesi sıkıştığında kendisi istiyor...
Sdc10195
Sdc10188
Hasta yatağında şirinlik...
Sdc10182
Berke Abisinin doğum gününde...(Hasta olmasına rağmen coşmuştu Berke ile)
Sdc10150
25 haftalık kader arkadaşı Tara'ya ziyaret gününden...
Sdc10123
Bir başka premature Ömer Akın ile DVD tamir!!! ederken...
Sdc10104
Sdc10091
Sdc10026
2 ay önce yüksek ateş nedeniyle domuz gribi şüphesi muayenesinde...
******
**Küçük adam diyorum hep ama O artık genç adam oldu galiba. Genç adam diyorum, kikir kikir gülüyor.
**Hastalıklar çok bunalttı bizi. Umarım artık hastalık görmeyiz, tüm çocuklar için diliyorum bunu.
**Artık yaptığı herşey bilinçli bizimkinin.
dedim ki "oğlum okulda yemek yiyorsun da neden evde yemiyorsun?"
"Çünkü seni üzmek istiyorum"...
Ağzımız açık kaldık resmen. Çok doğruydu söylediği, zaafımdı çünkü o benim ve bunu çok iyi kullanıyor.
**Bu aralar istediğini yaptırma derdinde, yapmadığım zaman,
"ağyayım ben de o zaman"
"ağlayabilirsin tabii, nasıl istersen" diye cevplıyorum, bu sayede epey aştık sorunu.
**Müziğe karşı epey ilgisi var. Çok seviyor müzik aletlerini. Duyduğu bir müzikteki seslerin hangi çalgıya ait olduğunu çıkarabiliyor. Ailesel yatkınlık veya benzeri bir faktör yok.
**ŞArkı sözlerini çok iyi kaydediyor. 1-2 kez dinlediği, slov şarkıları bile neredeyse tamamını söylüyor. Ki çoğunu biz bile duymamış oluyoruz. Bu her çocukta böyle mi yoksa Candaş müziğe karşı ilgili mi bilmiyorum şuan.
**Geçen dedim ki trompet nasıl bir çalgıdır?
"Üfyemeyi biy çalgıdıy, biymiyoyşan, kitabıma bakabiyiyşin"...
Dumur...

**Caillou hastasıyız bir de. Hee, bundan şikayetçi değilim. O epey birşey öğreniyor ondan, ben de nefes alabiliyorum o Caillou izlerken. Özellikle hastanede yatarken bizim kurtarıcımız oldu Caillou. Bu vesileyle kendisine de teşekkürler.
İşte böyle.
Şimdilik bu kadar.
Hoşçakalın