Bugün haftalardır süren yorgunluk ve uykusuzluğumun ardından sabah 9 'a kadar uyudum. Babası küçük adamı yatağından alıp yanıma getirdiğinde O hala uyuyordu. Aynı yastığa baş koyarak sadece birkaç dakika uyuyabildik. Zira küçük adam asla bizimle uyumuyor.
Uyandıktan sonra biraz oyun oynadık, sonra kahvaltı hazırlamaya girdim mutfağa ve hemen peşimden geldi, elimden tutup beni salona götürdü.Yeni aldığımız mutfak seti oyuncaklarını yaymış ortaya, çay fincanlarını ayırmış kenara "anne, çay..çay" dedi.
Çay yapmış bana. Çok güzel olmuş, harika sözleriyle içtim hayali çayımı.
Birden küçük adam kendi çay fincanını aldı ve benimkine "çinçin" diyerek vurdu. Şaşkınlıktan kalakalmışken "çay iç" sözüyle çayımı içmeye devam ettim. Sonra fincanımı yere koymuşken hemen uyarıldım, fincanın alt tabağını uzattı verdi, "anne oğya koy" diye ikaz edildim. Haklı tabii, fincan hiç yere konur mu?
"Papapesli umuğta" yaptım sonra. Kendinden beklenmedik bir kapasiteyle yedi.
"Pağk" dedi sonra, babasıyla parka gittiler, izledim Onlar'i balkondan. İnanılmaz keyifliydi. Çimenlere gidiyor, kumları kovasına doldurup sonra kafasından aşağı boşaltıyor.
Bana el salladılar sonra, ta yerden 18. kattaki beni görebilmesi hoşuma gitti.
Anne gel diyormuş, duramadım gittim. Arkamda en dağınık mutfaklardan birini bırakarak.
Birlikte devam ettik oyunumuza. Salıncakta sallandık, döndöne(dönen her türlü şeyin adı) bindik.
Eve dönerken, evimizin altındaki waffles'çıya yöneldi küçük adam, daha önce hiç gitmemiş olmamıza rağmen oranın bir cafe olduğunu biliyordu, 30 metre uzağından geçiyorduk bir de. Cafeyi göstererek "hammuğgeğ" dedi. Ham ham yapıp eliyle ağzına, midesini gösterdi. Küçük adam yemek ister de gidilmez mi?
Bir hamburger çek diye seslendik içeri. Yaşlı bir kedi vardı, sevgi isteyen. Küçük adam ilk kez kedi sevgi, çok garip gelmiş olmalı ki her ellediğinde güvercin sesine benzer sesler çıkardı mutlulukla. Hammuğgeğinin birazını kendisi, birazını da kedi yedi. Cafe sahibi teyze minik bir top verdi, çimenlerin üstünden sokağa hoplaya zıplaya top oynadık. Tam kalkıyorken bir grup genç geldi kızlı-erkekli. Beyaz önlüklüler de vardı içlerinde, yan tarafımızdaki hastanenin lojmanı site içinde olduğundan oranın çalışanlarıydı gelenler. Herkes koşarak küçük adamın etrafını sardı, sevgiden şımaran bizimkinin keyfine diyecek yoktu. Bir oyunlar oynadılar, bir şaklabanlıklar yaptı Onlar'a ben bile şuana kadar hiç görmemiştim bazılarını. 1 saate yakın oynadılar. Saat 12'de öğlen uykusuna yatan küçük adamı saat 2'de çıkardım eve. Hemen banyo ve sonrasında uyku.
*******************
O uyurken aşağıya indim tekrar. Bisikletlerimiz gözüme çarptı, toz toprak içinde ve lastiklerin havası inmişti. Bahar havasının verdiği cesaretle lastikleri şişirdim, ıslak mendille üstünkörü temizledim ve bisiklete bindim. İnanılmaz keyif aldım, harikaydı. Kendimi rüzgara bıraktım, bahar havasını soludum içime. Herşey iyi hoştu da yokuş aşağı bisikletle inme korkumun hala geçmemiş olmasına üzüldüm. 12-13 yaşımdayken, arkadaşımın bisikletine binip te yokuş aşağı giderken, frenlerin tutmayıp düşerek tecrübe etmemden kaynaklanıyor sanırım. O yüzden ben bisikleti taşıdım arada ama olsun. Arkasına bebekler içn oturma bölümü taktırmaya karar verdim, küçük adamla beraber bineriz hayali kurdum. Tabii kask ta almak lazım. Küçük adamı alıştırmak için kendime ve babaya da bir tane.
********************
Candaş uykudan uyanınca sitenin piknik alanına gittik, kek-börek ve çaylarımızı yanımıza aldık. Basket sahasının yanından geçerek gittiğimz için küçük adamı piknik alanına getirmeyi başaramadık. Bizimki tam bir top hastası. Özellikle de basket topu. Bir süre basket oynadıktan sonra yan masadan gelen ızgara kanatlardan sadece birini yedirebilmek için uzun süre uğraştım. Onu yerse eğer basket oynamaya gideceğimize söz verdim. Yedi. Hem de beni şaşkına çeviren bir hız ve istekle (sadece yarın kanat, bizim için çok yemek demek). Bu arada şakır şakır yağmur başlamıştı ama verdiğim sözü tutmak için basket oynamaya gittik. Oynadık ta. Bizimki kafasını yukarı kaldırıp yüzüne yağmur damlalarının düşmesini çok seviyor, "mağmuğ" diyor ona. İyice ıslandık ama telaşsız, keyifle ıslandık.
Piknik alanına geri döndüğümüzde bir ağaç altında oturduk yine. Küçük adam kaçtı, bol yağmurlu bir yere. Bir su birikintisinin içine oturdu, kafasını da yukarı kaldırdı, yağmurun tadını çıkardı. İzledik biz de. Yan masadakiler fotolarını çekti, Candaş da şımarıklığın had safhasında pozlar verdi sırıtarak.
Eve döndüğümüzde küçük adam banyoya girmiş hemen ve "yağdımmm" diye bağırıyor. O'nu yıkadığım kovayı almış eline, banyoya sokmaya çalışıyor, boyu yetmemiş bücürün yardım diye bağırıyor.
Yıkandı yine kovasının içinde.
**************************
Odasına gitmek istedi, gittik. Kitaplığın başına gitti, tüm kitapları indirdik. Uzandık kanepeye tek tek gözden geçirdik.
Sorular sordum O'na, o nerede? Bu ne vs şeklinde.
Bildiği herşey için "çakkk" yaptık. Baba da katıldı bize.
Tüm kitaplar bittiğinde kendi kendine başladı konuşmaya:
"Peki bu ne? Attan(aslan)....çak anne, çak baba, çak Candaş" (alkış yaptı burada).
Kendin sor kendin cevapla kendin çak hesabı oldu yani.
Çatladık gülmekten, kendini tebrik ediyor, kendine sorular soruyordu.
Yemeğe oturduk sonra. Yemek istemedi. kamerayı bulmuş, getirdi. Son zamanlardaki meraklarından biri. Cisimlere kameranın ekranından bakmak ve akabinde doğrudan bakmak, ikisinin de aynı olduğunu görünce sevinip çığlık atmak. Foto çekmeyi de öğrendi bu arada. Garip fotolarla doldu kameramız.
Masada oturduk, yemeklerin resmini çektik, şaşırdı, sevindi, alkışlar yaptı.
Sonra "hadi şunu ye, sonra yine foto çekelim"dedim.
İşe yaradı, rüşvetle yemek yedik. İlk kez oldu bugün bunlar. Hoş bir yöntem olmasa da işe yaraması güzel. Verilen sözlerin tutulması ise şart tabii.
********************
Odasında bir yastık var, kocaman birşey. Boyundan büyük, kiloları ise yakın.
Son günlerde onu evin içinde sürekli taşıma merakı doğdu.
En son kapı girişine, aykakabıların yanına geldi, biz hala yemek mamasında otururken.
Yastığı yere atıyor, kafasını koyup gözlerini kapatıyor. Minik parmağı ise ağzında:
"Şişşşttt, Candaş uğumuş, şiştttt"
Deliriyoruz sevinçten. Beni çağırıyor sonra.
"Anne buğya yat".
Anne yatıyor, Candaş lank diye yastığı çekiyor. Annenin şaşırması ve "aaa, yastık nereye gitmiş" demesi ise zorunluluk. Aaaa derken el ağıza götürülüp şaşırma eyleminin pekiştirilmesi de gerekiyor.
Bugünkü koşturmacalar çok yormuş küçük adamı, sızdı kaldı sonra.
Niye mi anlattım tüm gün boyu yapılanları?
Çünkü artık iş-okul-ev arasında mekik dokumaktan adamımla çok vakit geçiremez oldum. Havalar ise hala kış modundayken gezmeler de çok keyifli değil. Bugünkü tatil tabir yerindeyse cuk oturdu bizim aileye. Harika oldu, okul da yoktu bu akşam. Herşey bizim içindi yani. Tam bir ziyafetti yaşadığımız.
Küçük adamın son zamanlarda nasıl hırçın olduğunu ve değiştiğini ise hiç anlatmamayım. Dışarıdan bakan biri Candaş'ın çok yaramaz olduğunu söylerken bana hiç öyle gelmiyor. Bir çekmeceyi açmaya çalışması için deliler gibi dualar ettiğim günler hala aklımda duruyor.
Ben tüm bunların adına "mucize" diyorum. Biz figuranlar ise sadece bu mucizeye seyirci kalanlar tarafındayız.
02 Mayıs 2009
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
2 yorum:
Candas buyuyor be annesi, hem buyuyor hem cok seker oluyor:)
sevgilerle opuyorum gozlerinden...
Evet Candanım ya...Büyüyor, büyütüyor da ayrıca :))
Yorum Gönder