Küçük adamın 1. doğum gününü Amerikan Hastanesinde kutlamıştık. Ve ben oradaki tüm çalışanlara bir mektup yazmıştım. Aradan geçen 2 yıl sonra, biraz önce tesadüfen buldum o mektubu. Buraya da koymak istedim.
Herkese tekrar tekrar teşekkürler
******************
YENİDOĞAN YOĞUN BAKIM ÇALIŞANLARINA
Daha ikiz olduğunu öğrendiğimizde başladı yavrularımın acele tavırları. Hep bir telaş içindeydiler, bu heyecanlı kadını görmek istiyorlardı ve 25 hafta 5 günlükken, 570 ve 680 gram olarak geldiler.
"Hoşgeldiniz...ne iyi ettiniz de geldiniz..." diye karşılamak isterken Onlar'ı, "lütfen şimdi gelmeyin" yalvarışlarım nafileydi artık. Kollarıma alıp sarmak isterken, soğuk cam fanuslar yatakları oldu. Nur topu gibi iki salyangoz kabuğum olmuştu; mosmor, kıvrım kıvrım ve hareketsiz...
Ağlama sesinin hayal edildiği dünyanın tek anında, koşturan ayak sesleriydi duyduğum,bir bilinmezliğe atılan adımlardan çıkan...
Ne olduğunu algılamaya çalışırken saniyeleri sayar buldum kendimi, en riskli ilk günlerin çabuk geçmesini arzulayarak.
Tamam diyordu doktorumuz, en kötü günleri güzel atlattık, ama daha çok yolumuz ve riskimiz var.
Onlar'a güzel görünmek için makyajlar arasında yanlarına gittiğim 16. gün herşeyin asıl başlangıcıydı.Midelerine damla damla verilsin diye süt götürmek ve sevgimi söylemek için gitmiştim yanlarına, ama o soğuk koridorda sürekli koşturan, içeri-dışarı çıkan doktorlar, hemşireler karşılamıştı beni. Onlar'ı görmemi istemiyorlardı şuan. Ama neler olduğunu da söylemiyorlardı. Büyük bir bencillikle koşuşturma sebebinin benim bebeklerimden dolayı olmamasını temenni ediyordum... Ama içeride sadece Onlar vardı. İyi şeyler düşünmeye çalışıyordum yine de.
Ta ki bir hemşire bana su ve tabure getirene kadar...O su ve tabure beni dipsiz bir kuyuya atmıştı...Erimiştim, hani kabuslarımızda olur ya, düşersin; sınırsız, zamansız sürekli düşersin, ya da bişey ararsın, sürekli koşarsın koşarsın ama hep aynı yerdesindir, bulamazsın aradığını....Ya da bağırırsın sesini duyurmak istersin, çığlıklarla bağırırsın hem de, ama sesin hiç çıkmaz aslında... İşte öyle çığlık çığlığa bağırdım ben de.Su ve tabure birazdan duyacaklarıma karşı bana biraz güç vermek içindi. Yavrularımın beni bırakıp gittiklerini düşünürken alındım içeriye, ömrümün en arzulu ve en zor yoluydu.
Çok şükür fanuslarındaydılar minyatür yavrularım, oradaydılar ve beni bekliyorlardı...Çizgi filmlerden çıkıp gelen iki kahramandılar...Şapka niyetine kafalarına geçirilen kesik çorap uçlarıyla...Biraz önce "Ali'm bizi bir süreliğine terketmiş"...diyorlardı...Tüm hislerimi kaybetmiştim.Terketmenin ne olduğunu biri bana öğretsin istiyordum...Canlandırma yapılmış....Canlandırma....
Algılayamıyordum, benim minik Temel Reis'im ben soğuk koridorda kaybolurken beni bırakmış mıydı yani?İnanamıyordum...Daha da kötüsü doktorumuzun Ali'nin beyin kanaması geçirdiğini ve acilen büyük bir hastaneye götürülmesi gerektiğini söylemesiydi.
Yüzümüze kapanan büyük hastane kapıları sonrasında, 19 günlükken 582 gramlık bir minik adam olarak geldik buraya...
Ne iyi edip de gelmişiz...Bebeğime hoşgeldin diyerek karşıladınız O'nu. Daha ben bile diyememişken hem de..O'na her hareketiniz beni hayrete düşürecek şekilde şefkatliydi. İncitmekten korkarak dokunuyordunuz. Bana çalışma şeklinizi anlatıyordunuz, O'nu istediğimde görebileceğimi, gece yarısı bile arayabileceğimi söylüyordunuz. Çok normal şeylerdi sizin için ama benim için dünyalar kadar değerliydi bunlar. 19 gündür ilk kez birileri bana "anne" olduğumu hissettiriyordu ve bebeğim sizin için değerliydi. O sizin için "Bebek Kömür 1" veya "erkek olan" değildi, Ali Candaş diyordunuz O'na, dünyadaki varlığını tanıyordunuz...Bizi önemsiyordunuz.
Ali'min beyin kanaması geçirmediği müjdesini de verdiniz bana.
Oğlumun emin ellerde olduğunu hissederken duyduğum huzur, yer olmadığı için diğer hastanede kalan kızım için duyduğum yürek acısını kapatamamıştı.
Gönlümün yarısı eksikti.
Şuan ağır bir tablosu yoktu Ali'min, yolumuz uzun, risklerimiz fazlaydı. Tedavi sürecinin tereyağından kıl çeker gibi geçmesi gerekiyordu. Ama ne Ali tereyağı idi, ne de bu süreç kıl...
6 gün sonra yavrularım kavuşabildiler birbirlerine. Söz verdim Onlar'a, bir daha hiç ayırmayacaktım Onlar'ı.
Kızımın da gelmesiyle tamamlanan iç rahatlığım uzun sürmedi. 27 günlük kızım için bu savaş zor gelmeye başlamıştı artık, minik bedeni yorgunluk sinyalleri veriyordu.
Ama kızlar daha dirençlidir diyerek destek oluyordunuz bana. Öyleydi de...Benim minik Beken'im ağır tablosuna rağmen direniyordu. Güç veriyordu şefkatiniz O'na.
50. gününe gelene kadar da direndi hep.
Artık yavrularıma verdiğim sözü tutamıyordum; "sizi hiç ayırmayacağım birbirinizden" demiştim oysa...Olmuyordu. Gücüm yetmiyordu. Kimsenin de gücü yetmedi O'nu dünyada tutmaya.
Benden gizlemeye çalıştığınız gözyaşlarınızla uğurladık Beken'imizi.
Ali'me tutabileceğim sözler verecektim bundan sonra. O'na ağlayan gözlerle bakmayacaktım hiç, gülmeyi öğretecektim. Yüreğim ağlarken gülüyordum hep, Ali'nin kocaman gözlerine bakarken.En kötü olasılıklar anlatılırken hayal kurmam istenmiyordu. 35 gün entübe olarak geçtikten sonra hayatımın en güzel sesini duymuştum; Ali'nin ağlama sesi....
En güzel koku ise 40. gününde Ali'mi kucağıma verdiğinizde duyduğum koku...
Her yaşananda bir sonraki aşamaya geçip-geçemeyeceğimizin endişeleri başlıyordu. Extübe olmuştu, ama daha CPAP'tan çıkacak, nazal kanule geçecek, emmeye başlayacaktı.
Göz kontrolünün iyi geçmesi gerekiyordu.
OGT'den kurtulacak, vücut ısını koruyacak, beşiğe çıkacaktı vs vs...
Her aşamayı atlatmayı heyecanla bekliyorduk, bazen gülümseyerek, bazen de oğlumun apneleriyle birlikte hep beraber nefesimizi tutarak.
92 günlük hastane sürecinde PDA dışında büyük birşey yaşamadık. Çünkü burada herkes, diğer bebekler gibi Ali'yi de çok seviyordu. O muhtaç beden için gereken herşey sevgiyle yapılıyordu.
Sadece oğluma değil, bize de rehber oluyordunuz. Bizimle sevinip bizimle üzüldünüz. İyi gelişmelerinde hep beraber gözlediniz yolumuzu; sevincimizi, yüzümüzdeki şaşkınlığı seyretmek, ortak olmak için.
Bizimle ağladınız, acımızı yürekten hissederek.
O karanlık ve soğuk emzirme odası ağlama duvarı oldu hepimize. O odada hep birlikte attı kalplerimiz; doktor, hemşire, hasta bakıcı ya da aile değildik orada. Hepiniz Ali'ler için çırpınan, dua eden, ağlayan kişiler oldunuz. Öyle gözlerinizle de değil, yüreklerinizle ağladınız, ortak oldunuz çoğu zaman hissiz kalan hislerimize; çaresiz çırpınışlarımızda.
Kucağıma bir bebek verdiniz sonra, bu senin dediniz.
İnanamadım, kara kuru Kömür Bebek yerine obez (1700 gram) bir Ali Candaş Kömür verdiniz bana.
Evdeki her heyecan ve çaresizliğimde bir telefon mesafesindeydiniz bana. Elim, kolum oldunuz uzunca bir süre. Bir yere telefon açacağım zaman bile yanlışlıkla sizi arar olmuştum...
Zaman çabuk geçiyor diyenlere garip garip bakarken kocaman 1 yılı devirmişiz meğer...
Sizin suretiniz oğlumun yüzündeki her gülümsemede bizimle birlikte.
Benimse aklımda hep aynı soru var:
"Sizler olmasaydınız ben ne yapardım?
İyi ki varsınız ve iyi ki sizleri tanıdım"
Melek Kızımız Elif Beken & Hayatımızın Anlamı Küçük Büyük Adam adına,
Siz değerli insanlara
Sonsuz teşekkürlerimizle...