26 Şubat 2009

OKULUN YOLU TAŞLARLA MI DOLU?

"Okulun yolu..
Taşlarla dolu"
diye başlar ama nasıl devam ettiğini hatırlamıyorum.
Benim en güzel günlerim okul günlerimdi (Candaş'tan önce tabii). Öğrencilik mutlu etmiştir hep beni.
Üniversiteyi Sakarya'da okudum, hem de İstanbulda çalışıyorken.
Gece nöbet tutar, sabah Sakarya'ya giderdim. Hiç de zor gelmezdi, mutluydum orada. Hatta inek de bir öğrenciydim.
Hazırlıkta 1000 kişi içinde 3-4. sıradaydım. 1. sınıf bitince Marmara Üniversitesi'ne yatay geçişle geldim. 1 ay dayanabildim ama.
Hocaların yüzünü birer kez bile görememiştim, ilgisiz, umursamaz, derslere gelmeyen cinstendi çoğu.
Okula ulaşmak ise ayrı dertti. Tıklım tıklım ototüsler, gt git bitmeyen yollar vs vs.
1 ay sonraydı, öğrenci işlerine gittim. Ben eski okuluma dönmek istiyorum dedim.
Deli muamelesi yaptılar, "sen yatay geçişle geldin. Buradaki çoğu öğrenciden başarılısın. Herkesin bakışı farklı sizlere. Salına salına yürü, keyfini çıkar" dediler.
"I-ıhhh" dedim. Ben sevmedim burayı, alışamam da zaten.
İyi dediler, dosyan gelmedi henüz, git madem.
Gittim. Okuluma geri döndüm. Mutlu mesut okudum, eğlendim, geri döndüm okul bitince.
Sonra evlilik, annelik, sorunlar vs derken okul hayatımda orada noktalanmış oldu.
2 yıl aradan sonra 1,5 aydır çalşıyorum. Bir sürü felaket senaryoları arasında şuanki durumumuz gayet iyi.
Candaş babaannesini, babaannesi Candaş'ı çok seviyor, birlikte mutlular.
Hazır onlar mutluyken isteyip de "çocukla mümkün değil" dediğim yüksek lisans düşüncesi çıktı ortaya.
Ne kadar erken olursa iyidir diye düşündüm. İyi olacak hastanın ayağına doktor gelirmiş ya hani, öyle de bir tesadüf oldu. 2 günde karar ve kayıt tamamlandı.
Artık Candaş'ın okullu annesiyim. Candaş hala yokluğumu tam algılayamamışken bu işin de aradan çıkacağını umuyorum. derslerin geceleri ve hafta sonları olması küçük adamla ilişkimize neler getirecek bakalım.
Hayal gibi sanki şimdi herşey. 1,5 ay öncesine kadar "ben" diye birşey kalmamışken şimdi kendim için birşeyler planlıyorum, hatta uygulamaya başladım.
9 Martta okullu oluyorum.
Beni bu konuda destekleyen, Candaş'ın bakımını üstleniriz diyen eşimin ve babaannemizin desteği ise asıl belirleyici şeylerdi.
İkisne de teşekkür ederim.
Aslında okullu olmakla ilgili 2. gelişme de Candaş'la ilgili.
Candaş'ı yaza kreşe vermek istiyordum. 1 haftadır çalıştığım yeni işyerimin kreşne başvurdum, küçük adamı mayıs ayında kreşe başlatabilmek için.
Çok talep olmasına rağmen kreşe alınıyoruz. Hatta hemen getir dediler. Ama şu hastalık mevsiminde kreşi düşünmüyorum. Mayıs ayında önce haftada 1-2 gün deneme süresi ile başlayacağız.
Sizler de bize şans dileyin olur mu?
Küçük adam stres yaşamadan geçer umarım bu süreç(ler).
Hoşçakalın

22 Şubat 2009

KÜÇÜK ADAM VE BABAANNESİ

Ben işe başladığımda küçük adama eşimin teyzesi bakmaya başladı.
Araları çok iyi, birbrlerini çok seviyorlar. Sağolsun teyzeciğim karda-soğukta minibüse binerek sabah erkenden evimize geliyor, akşam biz eve geldikten sonra evine gidiyor, yemek-ev işleri ile ilgileniyor. Hakkını nasıl ödeyeceğimizi bilmiyorum.
İyi ki varsın teyzeciğim.
Candaş teyzemize babaanne diyor. Babaannesi sayılır zaten. Farkettik ki hiç fotoları yokmuş birlikte. Çünkü ben teyzemi göremiyordum şuana kadar. Sabah Ersin bekliyordu teyzemi, ben erken gidiyordum işe. Akşam da yine eşim erken geliyordu, teyzemi gönderiyordu.
19 Şubat 2009 itibariyle ben evime yakın olan yeni işyerimde göreve başladım. Artık sabahları teyzemi ben bekliyorum, akşamları da ben gönderiyorum. Fotoğraflarını çektim ikisinin.
19 Şubat 2009 (5)
19 Şubat 2009 (6)
14 Subat 2009
Teyzeciğim ne kadar teşekkür etsem azdır. Bizim için öyle büyük birşey ki yaptığın.
Gözüm arkada kalmadan işe gidebiliyorum. Dolu dolu zaman geçiriyosunuz beraber. Öyle ki ben eve geldiğimde Candaş "babaanne" diyor bazen bana. Mutlu oluyorum, seni çok seviyor ve kapı çaldığında bile babaane diye koşması seni özlediğini gösteriyor. Bu da ben evde değilken içimi daha da rahatlatıyor.
Hep Candaş'ın yeme sorununun daha kötü olmasından korkuyordum. Seni de tedirgin ettim çoğu zaman, ama sen Candaş'a bakmaya başladığından beri Candaş son zamanların en fazla gramını almış. Benden daha iyi yemek yediriyorsun O'na. Candaş yeni yeni şeyler gösteriyor bana akşamları, senden öğrendiği.
İyi ki varsın teyzeciğim. Hakkını nasıl öderiz bilemiyorum. Dualarımız hep seninle. Tüm ömrün boyunca sağlık ve mutluluk diliyorum sana. Çocukların-torunların hep yanında olsun. En acı günlerin geçmişte kalanlar olsun.

MERHABA KOLŞİSİN

21 Şubat 2009 (3)
Bugün FMF teşhisi için Prof. Dr. Özgür Kasapçopur'daydık.
2 hafta önce Candaş'ın ateşlenmeleri için gitmiştik, büyük ihtimalle FMF demişti. Test sonucu M694V/M694V Homozigot çıktı. Telefonda konuşmuştuk dr ile, kesin FMF demişti. Detayları konuşmak ve ilacımıza başlamak için tekrar gittik bugün.
Test sonucu gen mutasyonunda homozigot çıkması babadan da hastalık geninin geçtiğini gösteriyormuş. Babamızda hastalık olmadığına göre taşıyıcıymış baba.
İlacımız Kolşisin,- k kendileri bu hastalığın dünya üzerindeki tek ilacıdır. Ben günde 3 kez kullanıyorum. Candaş'ın 2 kez kullanması gerekiyormuş idame doz olarak. İshal yan etkisinden dolayı şimdilik 1 tane ile başladı. 15 günlük izlemden sonra kan testleri yapılacak ve dr la konuşacağız. 2 ay sonra ise kontrolümüz olacak.
Candaş'a FMF teşhisi koyuldukten sonra beynimde bazı taşlar da yeni yeni yerine oturmaya baladı.
21 Şubat 2009
Candaş'ın ateşli dönemlerinin çoğunun ortak noktası Candaş'ın gazının olmasıydı. Kasılır kalır, inleyerek ağlardı. Doktorumuza da söylemiştim bunu da, komik gelmişti bu gözlemim O'na.
Bugün ise Özgür Bey'le konuştuğumuzda bunun tipik bir FMF atağı olduğunu söyledi. Ben ise yine kendimi yedim durdum, ben neden anlamadım diye.
Neyse artık geçmişi bir yana bırakıp bugüne bakma zamanıdır.
Bu akşam ilacımıza dualarla başladım.
Yemekten sonra küçük adamımın FMF'li hayatındaki komplikasyonları önlemesi, oğluma sağlıklı hayat sağlaması için dualar ettim ve verdim küçük adamın eline ilacı.
İlacın dışı kırmızı bir draje. Şekerle tatlandırılmış, içimi çok kolay. Ben su kullanmadan kolayca içebiliyorum.
Bizimki aldı ilacı eline kıtır kıtır yedi, yarısı bittikten sonra tatlandırıcılı kısmı eridiği için diğer yarısını yemek istemedi. Onu da ezerek, meyve suyuyla karıştırarak kaşıkla verdik.
İlac tek form, damlası veya şurubu yok. Dolayısıyla çocuklarda kullanımı biraz zor.
Damlası varmış aslında ama sadece yurtdışında varmış. Damla içeriğindeki dozu ise yüksek olduğu için ayarlaması zormuş.
Benim FMF'im teşhis edildiğinde (1995) ilacı bulmak inanılmaz zordu.Anadolu'daki küçük yerlerde neredeyse hiç bulunmazdı. Tam hatırlayamasam da illegal olarak girişi oluyordu sanırım ülkemize. Belli eczanelerde, siparişle ve tezgah altından verilirdi. Bulduğum yerden kutularca alırdım.
Sonra çok rahat bulunur oldu. Çok ta ucuzladı fiyatı. Çok şükür ki.
Üstteki fotolar da ilacımızın ilk gününe ait. Küçük adam çekmeceyi dağıtmış, spagettileri kemirirken.
Bir zamanlar etrafı karıştırsa diye nasıl gözünün içine baktığımı hatırlıyorum hep. Karıştır oğlum, dağıt her yeri diyorum şimdi.
Çok şükür bugünümüze.

18 Şubat 2009

SEN HASTALANACAĞINA BEN HASTALANSAM

Çocukluğumda, büyüdüğümde ve anne olduğumda...
Ne çok duydum bu sözü çevremden, annemden-babamdan.
Anne olana kadar pek anlamlı gelmezdi, sallamasyon gibi birşeydi. Nasıl başka birinin yerine hasta olmak istenirdi ki?
İstenirmiş, hem de canı gönülden.
Bana FMF (Ailevi Akdeniz Ateşi) teşhisi koyulduğunda babam söylemiş bunu. Bana değil tabii, anneme söylemiş. Duyduğumda çok duygulanmıştım.
Sonra eşimden duydum, çocuklarım hastanedeyken ve Beken'imizin son zamanlarıydı.
"Allah'ım benim ömrümden al, O'na ver" diye dua ediyordu. En içten dualardan biriydi.
Değişik versiyonlarını ben de birçok kez dilemişimdir sanırım.
Şimdi ise bu sözü söylemek yine anlamsızlaştı benim için.
Candaş'a desem ki, "Sen hastalanacağına ben hastalanayım", bugün aldığımız genetik test sonucunda o kadar anlamsız kalıyor ki.
Benim 11 yaşımda başlayan hastalık belirtileri ile 18 yaşımda tanımlanabildi ancak FMF hastası olduğum. Kendimi uzaylı gibi hissettiğim, adını ilk kez duyduğum hastalıktı. Alıştım şimdi. Ömür boyu günde 3 kez ilaç içme, sürekli kontroolerle iç organlardaki bozukluğu zamanında tespit edebilme vs
19 yaşımda karın ağrılarım nedeniyle Apandisit teşhisiyle ameliyata bile alındım.Ameliyat sonrası "apandisit değilmiş, ama aldığımız iyi oldu. FMF atağıyla karışmayacak artık" demişti doktor.
*****************
Candaş'ın ne kadar çok ateşlendiğini hep anlatıyorum burada. Doktorlar ben FMF'li olduğum halde FMF düşünmediler şimdiye kadar. Sadece annenin hastalığıyla bebekte hastalık görülmez diyor kimi grup.
Kimi incelemeler ise anne-babadan sadece biri hasta olsa bile bebekte de görülebilir.
Candaş'ın 2 hafta önceki sebepsiz ateş nöbetinde bu defa herşeyi araştıralım diye çıktık yola.
Ateşli iken yüksek çıkan değerleri vardı önceki nöbetlerde.
Lökositler normal seviyelerde veya biraz yüksek,hiçbir enfeksiyon bulgusu yok, CRP 220 değerine kadar çıkıyor, fibrinojen üst sınırda veya yüksek ve ferritin normal seviyelerde.
Cerrahpaşa'dan Çocuk Romatolojiye gittik, Prof. Dr. Özgür Kasapçopur. Bu laboratuvar bulgularının tipik FMF tablosuna uyduğunu ve büyük olasılıkla FMF olduğunu söyledi küçük adamın.
Genetik tarama için 10 gün önce kan verdik. Bugün sonuçları aldık, Candaş'ta FMF +
"Çıkmayacak, öyle hissediyorum" diyordum...Hislerimi dile getirmişim sadece galiba. "Çıkarsa yıkılmam herhalde, kendimden tecrübeliyim" diyordum ama öyle olmadı.
Yıkıldım, bunaldım, daraldım, ağladım....
Kafamda bir sürü soru varken, kaldırdım kafamı ve "Allah'ım oğlumun hayatındaki en kötü şey bu olsun" dedim.
Ben ki Beken'imi kaybettiğim gün "Allah'ım yaşadığımız ve yaşayacağımız en kötü şey bu olsun" diye dua etmiştim.
Hayatımın hiçbir döneminde öyle bir cümle kurabileceğimi asla tahmin etmezken hem de.
*********
14 Subat 2009 (4)
Candaş'ın FMF'i çok üzdü. Artık üzülme değil, ne yapabilirize bakma zamanı.
Sen hastalanacağına ben hastalansaydım desem fayda etmiyor oğlum. Ben hasta olduğum için sen de hasta oldun. FMF'li annenin çocuğu olmak senin şanssızlığın oldu.
Umarım seni bu hastalıkla yaşama bilincine sahip olarak yetiştirebiliriz. Ömür boyu hastalığının farkında olan, gerekli kontrolleri yaptıran bir yetişkin olursun.
Seni çok seviyorum yavrum. Güzel gülüşün hiç bozulmasın.

17 Şubat 2009

ALIŞVERİŞTEYİZ

Bu minik alışveriş arabısnı aylar önce aldı babamız.
Candaş evin içinde odalar arası nakliye yapıyor bununla. Yorulunca da oturuyor içine, gezdirsin anası-babası O'nu diye.
Geçen markete giderken arabasını da götürelim dedim. Küçük adam alışveriş arabası hastası.
Kattı arabasını önüne popoyu sallaya sallaya dolaştı markette. Oyuncak reyonuna gittik, arabasına oyuncak doldurdu. O'nun seçimleri olduğu için işlevine bakmadan aldık oyuncakları.
İşte küçük adamın büyük işinden görüntüler:
8 Şubat 2009-alışverişteyiz

8 Şubat 2009-alışverişteyiz (14)
Yorgunluk giderme
3e98ccc690286a5f8601874068f66dbc[1]
8 Şubat 2009-alışverişteyiz (11)
Motosikleti arabasına nasıl sığdıracağı konusunda fizibilite yaparken :)
8 Şubat 2009-alışverişteyiz (7)

MAHSUNİYE

1 ay oldu işe geri döneli. Tam 2 yılımı evde oğluşumla geçirdim. Nasıl olacak derken işe dönüşüm çevremde anlatılan kabuslara dönmedi. Candaş beni hiç aramadı, babannesiyle gayet mutlu geçirdi ilk haftaları.
Sonrası ise, sanırım küçük adam yeni algıladı benim gidişlerimi. Karadenizlilik var ya, o bakımdandır belki.
Son 2 haftadır evde beni arıyormuş gündüzleri. Odaları geziyormuş, sesleniyormuş bana.
İçim yanıyor bunları duyunca.
Akşam saat 6 oldu mu kapıya gidiyormuş hemen, "anne,anne" seslenişiyle. Pazar günü babasıyla evdeydi küçük adam, 2-3 saat ayrı kaldık. Peşimden çok ağlamış, odalara bakmış. Hatta sigara içmek için çıktığım balkon kapısına dayanmış ve seslenmiş. Bu seslenişlerdeki anne sözü normal anne sözünden çok farklı. Öyle acıklı çıkıyor ki kelime. Vurguları bastıra bastıra söylüyor.
Son birkaç gündür saat 06.00'da uyanır oldu küçük adam. Bugüne kadar almamıştık yatağından tekrar uyusun diye. Uyuyordu da. Bu sabah uyumadı, babası aldı kucağına. yanıma geldiler, beni görünce çığlık attı. "anne oğdaaa"
"Çıkma saatim gelince, "hadi bana hoşçakal de" dedim. "Hoşçakal anne" dedi ama kapıya gittiğim anda çığlıklar yükseldi. "Gelecem oğlum, ağlama, sana çilo alacam gelirken "vs boş kaldı.
Asansöre bindim, hala ağlama sesini duyuyordum. Ben de ağlamaya başladım. canım yanıyordu, en az Candaş'ınki kadar.
Asansöre binen bir bayanın sözleri iyi geldi sonra:
"1. çocuğum 2,5 aylıkken işe döndüm. 2. çocuğumda ise 40. gününde işteydim. Hem de sabah erken bebeği evden çıkarıp bakıcıya götürüyordum........"
"Çok şükür" dedim sonra.
Mahsuniye duruşum geçmedi ama bugün. sanırım bir süre daha devam edecek.
belki Candaş evlenene kadar filan...

CANDAŞ'IN İLK MUAYENESİ

Bir önceki yazımda bahsetmiştim, Candaş'ı Cerrahpaşa'ya götürdüğümüzden.
Göz kontrolü de yapıldı gitmişken. Malum premature kaynaklı göz problemleri nedeniyle takipteyiz.
Doktorumuz Doç. Dr. Hüseyin Yetik yaptı kontrolümüzü. Candaş'ı sakinleştirmek için makinenin başına oturup, benim gözümü incelediler.
Oğlumun hastası oldum yani :))
Doktorumuzun izniyle de fotolarımız işte burada
9 Şubat 2009


9 Şubat 2009 (2)
9 Şubat 2009 (1)
Hüseyin Bey'e ilgisi için çok teşekkür ediyoruz.

16 Şubat 2009

CANDAŞ'IN MARTILARLA YOLCULUĞU

Hani geçenlerde anlatmıştım ya, martılarla yolculuğu ve Candaş ta görseydi keşkelerimi.
Oldu işte. Arabalı vapurla geçip Candaş'ı Cerrahpaşa'ya götürürken simit attık martılara. Şansımıza hava da güzeldi. Candaş'a da verdim simit, "hadi sen de at martılara diye. Attı...Olduğu yere attı simiti, kol boyu kısa olunca ileri atmak zor oldu küçük adam için. Bi martılara attı, bi kendi ısırdı.
Harikaydı vapur yolculuğumuz.
9 Şubat 2009 (26)

9 Şubat 2009 (18)
9 Şubat 2009 (4)
Cerrahpaşa'da genetik test için kan verdik. Bu hafta sonuçlarının çıkmasını bekliyoruz. Netleşince buraya da yazarım.
Gitmişken göz kontrolünü de yaptıralım dedik. Dr. Hüseyin Yetik göz muayenesini yaptı Candaş'ın. Candaş sürekli ağladı, uykusu gelmişti, huzursuzdu. Bu halde bile muayenesi tamamlandı. Prematureliğe bağlı göz problemleri konusunda bir sorunumuz yok. Çok şükür küçük adamın gözleri iyi.
Aslında doktorumuz Candaş'ın sakinleştirmek için benim göz muayenemi yaptı, Candaş'ı da ortak etti muayeneye. Böylece Candaş minik doktor oldu, annesinin gözünü muayene etti :)))
Doktorumuzdan izin aldığımda fotoları da burada olacak.
Hoşçakalın

14 Şubat 2009

I LOVE YOUR BLOG


Zevkimiz için blog hazırlayıp da üstüne bir de ödül almak da varmış.
Çok teşekkür ederim benimkuzum, canito, nazlitopkaya
Ödülün bir de şartı varmış.
1. Seni ödüllendiren blog yazarının linkini vermek
2. Bu ödülü başka 7 blog sahibine linklerini vererek göndermek
3. Seçilen blog yazarlarını durumdan haberdar etmek.
Listem alfabetiktir.
Kaldera Volkan
Minik Tırtıllar
Oğuz ve Ozan
Omer Akin

Umut Can
Uras'in Günlüğü

Yaramaz Üçüzler

13 Şubat 2009

MELEĞİM NİCE YILLARA

Bugün Melek Buse'nin doğum günü...


Aceleyle doğmak istemesiyle tanıştığımız, kader arkadaşımız, küvöz arkadaşımız, dostumuz, arkadaşımız, herşeyimizin doğum günü bugün.
İyi ki doğdun Meleğim.
Nice mutlu, sağlıklı yaşların olsun....
Yüzündeki gülüş hiç eksik olmasın.

Hep dost kalmanız(mız) dileğiyle...

10 Şubat 2009

URAS'IN GÜNLÜĞÜ

Son zamanlarda yeni bir blog keşfettim. Sevgili Efe Deniz'in annesi Başak'ın arkadaşı Yasemin ve sarı kafa oğlu Uras.
Uras Candaş'a o kadar benziyor ki, heyecanla bekliyorum yeni yazılarını, maceralarını. Yasemin de öyle güzel yetiştiriyor ki Uras'i, O'ndan birçok şey öğreniyorum.
Bu sabah bloglara baktığımda Yasemin'in harika bir yazısıyla karşılaştım. Sıkıntılı bir zamanında annesine yazdığı maile annesinden gelen cevap.
Sani anne değil de çok yakın bir dostuyla dertleşiyordu. Annesi de kızını, çocuğunu herşeyden önce can yoldaşı bellemiş, büyük bir saygı ve empatiyle cevap vermiş. Hayat tecrübesi de eklenince üstüne süper ötesi bir yazı çıkmış.
Yasemin'in izniyle yazıyı burada yayınlamaya karar verdim. Eminim ki çoğu kişi kendinden birçok şey bulacak. Tanımlandıramadığı hislerine anlam katacak.
Neyse kısa keseyim ve yazının linkini vereyim.
Uras'in Günlüğü
Hoşçakalın

06 Şubat 2009

MARTILARLA YOLCULUK

Sabahları 06.20'de uyanıyorum.
Küçük adamın sütü ve kahvaltılıklarını hazırlıyorum. Sonra vapura binip doğru işyerime yolculuk başlıyor.
Şu vapur yolculuğu acayip keyifli birşey. Sabahın köründe de olsa, hava soğuk da olsa seviyorum bu güzel şehri deniz üstünde geçmeyi. Deniz kokusu, şehrin uyanışı, vapurdaki çay-simitin kokusu...en güzeli de vapurla yarışan martıların çığlıkları... Vapurdan martılara atılan simit-ekmek seanslarına bayılıyorum. Evde kalan börek-çörek-ekmekleri alıyorum çantama sabahları, martılara atıyorum yol boyunca. Büyük bir seromoni eşliğinde kapıyorlar yemeklerini. Hepsi bir parça yiyecek kapabilme derdinde. Hangisine doğru atsam diyorum seçemiyorum.
Rastgele...
Ama her zaman bir tanesi kendini öne çıkarıyor, diğerlerinden daha yakın ve gövdesi gökyüzüne dik olarak duruyor, yüzüne bakarak bir çığlık atıyor, bebek ağlaması gibi, kafasını uzatıyor ve bana ver diyor...
Martıların görüntüsü öyle güzel ki, ben de hep elime alıp sevme arzusu uyandırıyorlar. Bir de bebek ağlaması gibi yüzüme bakıp da ses çıkarmaları yiyecek vermede onlara öncelik tanımamı sağlıyor.
Ben onları seçmiyorum, onlar kendini seçtiriyor.
Çöpe giden yiyecekleri düşünüyorum sonra. Keşke herkes evde artan yemekleri hayvanlara verse, doğa da dengesini korusa...
Martılar birbirleriyle öyle yarışıyorlar ki bir parça ekmek için. Martılara bakarken Janothan'ı düşünüyorum, hangisi acaba diye?
İnsanlara en cesurca yaklaşarak ekmek isteyen O olmalı.

05 Şubat 2009

SES BİR Kİİ

Küçük adam elinde telefonla kendi kendine konuşmaya bayılıyor.
Gel gelelim telefonun öbür ucunda biri varken konuşmuyor, sadece dinliyor. Karşıdan ses gelmediği zaman konuşuyordu.
Bugün ilk kez benimle telefonda konuştu. Babası telefonu O'na verdi, "anneee, anneeee"...."hooooo" (beni korkutuyor) yaptı.
Telefonda söylediklerimi anında yapmış diğer uçta.
"Kelebekle oynadın mı?" " Babanın elinden tut mutfağa götür" "Telefonu babana verir misin?"
***
Güzel...
Küçük adam karşısında kanlı canlı kimse olmadan da onunla bağlantı kurulabileceğini öğrenmeye başlıyor sanırım.
"akkkımmmm" diye arar yakında
bekliyorum

01 Şubat 2009

CANDAŞ'IN DİLİNDEN

2 yaşına giren küçük adam acayip dillendi artık. Aramizda çok komik diyaloglar da oluyor. Hareketleri hergün farklılık gösterek sürüyor.
Oyuncak laptopla (L) Candaş(C) arası diyalog:
L: Lütfen istediğiniz etkinliğin kodunu girin
C: Kodummmm, kodumm, kodummm
**********
Candaş uykuda, gözler kapalı:
Anne, bamba aç, anne aç...
**********
Doktor: Göbeğine de bakalım şimdi...
Candaş: Göbek, göbek, memeeee, pipiiii (hepsi tek tek ellenerek)
**********
Baba: Oğlum yapmaa
Candaş: Kıjj, kıjjj (İşaret parmağı havada sallanarak, kızdım demek istiyor)
Ben Onlar'in yanında değilsem eğer yanıma geliyor
"Anne, baba kıjjj"
*********
Anne: Oğlum baba nasıl araba kullanıyor?
Candaş: (Eller direksiyon tutar pozisyonda) oküz, oküz....
**********
Candaş: Anne, abi-ağba açç
Meali: Anne, televizyon aç
**********
Heryerde ok işareti tanınır ve "anne, oka bas"
(Asansördeki ok işaretine basmak ve çıtçıttt demek)
**********
Anne: Oğlum biz nereye gidiyoruz?
Candaş: Meğekkk, gengee, ancaaa, kakhan (amca ve Gökhan aynı kişi)...
**********
Bardakta çay gördüğü an veya çay karıştırma sesi duyulduğu anda:
Candaş: Teker, teker, anne teker
*********
Karşıt anlamlı puzzlerla oynarken
Candaş: Büğük ağaba, kucuk ağabaaa
**********
Anne: Gündüz ne olur Candas?
Candaş: Guneşşş
Anne: Gece ne olur oğlum?
Candaş: Aydedeee
************
Slow müzik duyduğunda hemen kucağıma gelmek istiyor. Sol elini boynuma doluyor, sağ el öne doğru uzanıyor,
"Anne, dansss"
Hayatımın en güzel dansını yapıyoruz sonra.
************
TV'de Acun çıkınca:
Candaş : Gacun, gacun...
************
Candaş halının üstüne sırt üstü yatıp O'nu yerde sürüklemem için bekliyor, bacaklar havada:
Önceleri,
"Anne, çek..."
Sonralari ben soruyorum "oğlum çekim mi seni?"
Şimdilerde ise yere yatıyor,
"Anne, çekim mi?"
**********
Bir de konuşmadan anlatılanlar var ki herşeye bedel,
Koşarak geliyor bacaklarıma sarılıyor, sımsıkı....
Enecimmm veya anneeee diyor, öpüyor bacaklarımı
Boynuma sarılıyor sık sık,
Öyle sarılıyor ki boğacak gibi, yanağını yanağıma koyuyor, dakikalarca kalıyoruz öylece...
***********
Dün de çok kötü bir tecrübe yaşadık.
Candaş markette arabanın bebek oturma bölümüne otumayı sevmiyor, market arabasının içinde ve ayakta duruyor. Boyu da kısa diye tehlikeli görmüyorduk bu isteğini.
Dün yine aynı şekilde marketteydik. Kasaya gelince inmek istedi arabadan, indirdim. Ama yanımızdan uzaklaştığı için yine arabaya koydum, malzemeleri poşetliyorken nasıl olduysa kafamı küçük adama çevirdim ki Candaş arabadan sarkmış ve arabayla tüm bağlantısı kopmuş, havada uçuyor, yere düşüyor kafa üstü. Nasıl oldu bilmiyorum ama havada tuttum Candaş'ı. Candaş'a bakışımla O'nu tutmam arası süre 1-2 saliseden fazla değil. Nasıl bir dürtüydü o an Candaş'a baktıran beni ve nasıl bir refleksle tuttum Candaş'ı bilmiyorum.
Sarıldık, sarıldık....birbirimize...Elimiz ayağımız titreyerek kendi hatamızla için için yedik eşimizle kendimizi.
Sonuç kötü olmadı ama olması büyük olasılıktı. Bu bizim hatamızdı. Benim Candaş'ı o halde görünce attığım çığlıkla herkes bize baktı, "bir çocuğa sahip çıkamadılar" demişlerdir.
Sorguldık kendimizi, çocuğumuza sahip çıkamyormuyuz diye. Evet, o olayda sahip çıkamamıştık. Eğer Candaş düşseydi geçirdiğimiz o kötü günlerin ardından bize "bi çocuğa sahip çıkamayan ebeveynler" diyeceklerdi. Öyle de olacaktık sanırım.
Çok şükür ki kazasız atlattık.
Aldığımız ders te bir ömür yeter herhalde bize.